BirAyrılış Hikayesi. Nazım Hikmet Ran. Erkek kadına dedi ki: - Seni seviyorum, ama nasıl? avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp. parmaklarımı kanatarak. kırasıya, 3Ağustos 1963 tarihinde Nazım Hikmet kapıdaki mektupları almak için eğilirken kalp krizi geçirmiştir. Hastaneye götürülene kadar hayata gözlerini tamamen yummuştur. Daha sonra Vera, Nazım Hikmet’in kimliğini cüzdanından alırken kendi fotoğrafını ve fotoğrafın arkasındaki şiirini görmüştür: Gelsene dedi bana VERAYA Gelsene dedi bana Kalsana dedi bana Gülsene dedi bana Ölsene dedi bana Geldim Kaldım Güldüm Öldüm” — Tüm Nazım Hikmet Ran Şiirleri Gelsene dedi bana. Kalsana dedi bana. Gülsene dedi bana. Ölsene dedi bana. u0003Geldim. Kaldım. Güldüm. Öldüm. Geldim Gelsene dedi bana Güldüm Gülsene dedi bana Kaldım Kalsana dedi bana nazım hikmet Öldüm Ölsene dedi bana Şiir. Nazım Hikmet şiirleri. Piraye İçin Yazılmış Saat 21 Şiirleri - 9 Ekim 1945 — Nazım Hikmet Ran Dün gece rüyama girdin :dizimin dibinde oturuyormuşun.Başını kaldırdın, kocaman, sarı gözlerini bana çevirdin.Bir şeyler soruyormuşun.Islak dudakların kapanıp açılıyor,sesini duymuyorum ama.Gecenin içinde bir yerlerde aydınlık bir haber gibi saat çalıyor.Havada Translation of 'Bir Ayrılış Hikayesi ' by Nâzım Hikmet (Nâzım Hikmet Ran) from Turkish to English Deutsch English Español Français Hungarian Italiano Nederlands Polski Português (Brasil) Română Svenska Türkçe Ελληνικά Български Русский Српски العربية فارسی 日本語 한국어 8UXmNLQ. Vera ve Nazım Aşka âşıktı Nazım. Güzel olan her şeye ve en çok da Vera’ya. /// VERA’ YA… iri iri damlalarıyla yağmur üzüm salkımıydı doğum gününde senin şaşkın ve sırılsıklam durdum önünde senin altın kubbeli bir ağaçtın denizin ortasında ilk ergenlik düşümden geliyorum sana bu şehrin bana verdiği en tatlı yemiş en akıllı söz en insan sokaksın günlük güneşlik rüzgârım benim saçları saman sarısı kirpikleri mavi karım benim Mayıs1962, Moskova /// Neyler zaman mavi gözlerindeki vurdumduymazlığa ve koca bir ömre sığan özgülük savaşındaki sevdaya. Dilsiz rüzgârların savurduğu memleket hasreti ile geçen çileli bir hayata ve Vera’nın Nazım’a olan aşkına.* Moskova arsız ve vakur, herkesin yalın kayıplarla dolu yaşamlarının bulunduğu bir şehirdir. O gün gelinle damat toprağın koynunda sadece nemli gözlerin bakakaldığı bir hoşçakalı, bir merhabayla buluşturmanın karmaşık duygularını yaşıyordu. Ayrılığın son bulacağı kabir başında biriken kalabalık tanık oluyordu bu kavuşmaya. Kucak kucağa külleri, aşkın son perdesinde ve dingin deniz gibi bulutlu gökyüzünün altında, usulca üstüne serildi Nazım’ın. Mezarlıkta büyük bir sessizlik vardı. Hemen başucunda duran memleket kokan çınarı bile, bir o kadar sakindi ki, tek bir yaprak bile yerinden oynamıyor, bütün heybetiyle tanıklık ediyordu herşeye. Özlemlerin, gidilesi yolların, yazılası şiirlerin, dakikaları sayan yelkovanlar gibi yarım kalan hasretin üzerine seriliyordu aşkın külleri. Bir sonun başlangıcıydı asıl hikâye. Asırlarca imrenilecek bir sarısı saçların, masmavi gözlerin. *** Moskova’da Nevodevici mezarlığının hemen giriş kapısının biraz ilerisinden sola doğru dönüldüğünde karşımıza çıkıyordu Mavi gözlü devin kabri. O gün mezarlıkta sade bir tören vardı. İhtişamdan uzak, bir o kadar da duygulu olan Nazım ve Vera’nın sevenleri hüzün dolu gözlerle Vera’nın Nazım’a kavuşmasını izliyordu. İnsan boyutundan biraz daha büyük yapılmış granitten mezar taşlarının hemen önü kırmızı karanfillerle sonra, yüreğinde ölümsüz bir sevdayı taşıyan çürüyen bedeni huzur bulacaktı. Sessiz kalabalık, bir süre Romantik devrimci Nazım Hikmet’in kabrine ve başucundaki çınar ağacına nemlenen gözlerle baktı. Memleket özlemiyle yanıp tutuşan şair, gözlerini Moskova’da hayata yumduğu için vasiyeti üzerine, Türkiye’den getirtilen toprak ve çınar ağacı ile bir nebze olsun huzura ermişti. Tek eksiklik, hayatının geri kalan beş yılını evli geçirdikleri ve birbirlerine büyük bir aşkla bağlı olduğu son eşi Vera idi. Birazdan Vera’da gelecekti ve Nazım yattığı yerde sevdiği kadın ile tam olarak huzuraerebilecekti. Uzaktan gelen bir avuç insan ellerinde beyaz bir vazo içinde getirdi Vera’yı. Vera’nın vasiyet ettiği gibi Nazım’ın kalp hizasına gömülecekti. Kalp hizasına gelecek seviyeye küçük bir çukur kazıldı ve beyaz porselen vazo,titizlikle oraya yerleştirildi. İlk toprağı Vera’nın ilk eşinden olan kızı Anna koydu. Anna gözleri yaşlı bir şekilde annesine son vedasını ederken, yakınları onu ağlamaklı gözlerle seyrediyordu. Böylece Mavi gözlü dev ve saman sarısı saçlı kadın, ayrılmalarından otuzsekiz yıl sonra birbirlerine bu şekilde kavuşmuş oldular. ’Küllerim bir battaniye gibi Nazım’ın üzerine serilsin’’ diyen Vera son yolculuğuna sakin bir şekilde uğurlandı. *** ’İnsan aşkta özgür olmalı’’ diyen Nazım, Vera’ya tutulduktan sonra bu tezini aşkın gücüyle çürütüp ’ekmek almaya bile birlikte gidelim’’ demeye başladı. Bağımsızlık üzerine kurulan mizacında savunduğu bütün teorilerin bir bir yok olması yaşadıkları aşkın ne denli derin olduğunun göstergesiydi. Fırtınalı yüreğinde çok büyük tufanlar koparan Nazım, aşkı ve huzuru son eşi Verda’da buldu. Çağdaş Türk şiirinin en büyük temsilcilerinden biri olan Nazım Hikmet yazdığı şiirlerin Türkiye’de yasaklanmasından sonra onbir ayrı davadan yargılandı. Cezaevlerinde oniki yılı aşkın bir süreyle yatıp çıktıve ömrünün büyük bir kısmı hapiste veya sürgün hayatıyla geçirdi. Bu yüzdendir aşka özlemi. Bu yüzdendir kadınlara olan sevdası. Nazım’ın hayatına birçok kadın girdi ve çıktı ama bir tanesi görür görmez etkiledi onu. Vera. Peki, bu kadar karmakarışık bir hayatın aşk hikâyesi, yaşanılan onca çile içerisinde nasıl başlamış ve nasıl sürmüştü. Rus bir ailenin tek kızı olan Vera kültürlü ve eğitimli bir bayandı. Sinema enstitüsünde okuyan Vera, ikinci sınıfa giderken sınıf arkadaşı ile evlenir ve mezun olduğunda kızı üç yaşına gelir. İyi ve mutlu bir aile hayatı süren Vera, okulu bitirir bitirmez bir kukla enstitüsünde çalışmaya başlar. Aldığı sinema eğitiminden ötürü başarılı bir iş hayatı olan Vera, bir süre sonra bir sinema yapım şirketinde çalışmaya karar verir. Oradada başarı kaydettiğinden dolayı bir Arnavut masalının çeşitli ülkelerde gösterime girecek olan bir film yapmakla görevlendirilir. Film projesi hızla devam ederken karşılaştıkları bir sorun herşeyi alt üst eder. Arnavut yaşamı ve Arnavutların nasıl giyindikleri konusunda bilgi sahibi olmadıkları için yapım şirketininde tavsiyesi ile bu konuda uzman olan bir kişiye danışmaya karar verirler. Bir sinema yönetmenin tavsiyesi üzerine Arnavutlar ile Türklerin yakın ilişkilerinin bulunduğunu düşünerek ve Nazım Hikmet’inde Türk olması sebebiyle ona başvurmaya karar verirler. Yazarlar birliğinden Nazım Hikmet’in telefonunu temin ederler Vera’ya aramasını söylerler. Fakat Vera Nazım ile konuşmaya çekinince olaya yönetmen arkadaşı Bulumberg el atar, onu Nazım’ı araması konusunda ikna etmeye çalışır. Fakat çabaları boşa çıkınca araya stüdyo şefi girer Nazım’ın telefon numarasını çevirip ahizeyi Vera’nın eline tutuşturuverir. Vera; Alo, Nazım Hikmet mi? Sizinle redaktör Vera Tulyakova konuşuyor.’’ der ve konu hakkında bilgi verir. Nazım Vera’ya hemen gelebileceklerini ile yönetmen arkadaşı Bulumberg zaman kaybetmeden Nazım Hikmet’in evine giderler. Nazım onları kapıda karşılayıp paltolarını çıkarmalarına yardım eder. Daha sonra Vera ile Blumberg’i ortasında kocaman bir masa bulunan bir odaya alır. Odanın duvarında Abidin Dino’nun yürüyüş tablosu, İstanbul’unrenkli bir fotoğrafı ve kendisine çok benzeyen büyük bir portresi vardır. Nazım Hikmet’in yanında onüç sene kendisine yaverlik eden, hemen hemen yazdığı bütün şiirleri bizzat Nazım’ın kendisinden dinleyen kadim dostu Ekber Babayevde vardır. Vera sinema filmi çekimlerinde yaşadıkları Arnavut kültürü ve giyimi hakkındaki sıkıntılarını anlatır. Nazım önüne bir kâğıt alır ve kurşun kalemle fakir bir köylü çocuğunun nasıl olması gerektiğini kendince resmeder. Ardından film konusunda ondan yardım talebinde bulunurlar. Bir süre onu ikna etmeye çalışırlar. Nihayetinde Nazım film konusunda yardım etmeyi ve stüdyo çalışmalarına katılmayı kabul eder. Böylece Vera ile Nazımın ilk tanışmaları gerçekleşir. Vera ve Blumberg kalkarken Nazım, Babayev’e dönerek; Fena kız değil, ilginç, ama göğsü düz.’’ der. Tatarca söylenen bu cümleyi Vera anlamış ve utancından yüzü kıpkırmızı kesilmiştir. Nazım’a birçok aşk şiirini yazdıracak olan dramatik hikâyeleri işte böyle başlamıştır. *** Dünyanın en soğuk şehirlerinden biri olan Moskova’ya kar Kasım ayında yağar ve yaklaşık altı ay boyunca kendisini soğuğun kucağına bırakır. İklim şartlarının zorluğunun yanı sıra ekolojik dengesinden dolayı havası da çok kirlidir. En büyük caddelerinden biri olan Tverskaya Caddesi’ni baştan aşağı yürüyünce eve dönüldüğünde saçların yeniden yıkanması gerekir. Dükkânların camları gün içinde defalarca temizlenmesine rağmen simsiyahtır. Bu yüzdendir Moskova’da kara siyah denmesi. Simsiyah karlara hapsolmuş bu şehirde 1955 yılının ayazlı bir Aralık ayındaki ilk tanışmalarıyla başladı hikâye. Nazım görür görmez vurulmuştu sarı saçlarına. Fakat bu tanışmanın aşka dönüşmesi iki yıl kadar zaman almıştı. 1957 yılının güzünde birbirlerini sık sık özleyip, gizli gizli buluşmaya başlarlar. Bu dönem içerisinde her ikiside başkalarıyla evlidir. Nazım Mürüvvet ile evliyken eşini sürekli aldattığı sevgilisi Galina, son dönemlerde Nazım’ın hemen hemen hiç yanına uğramamasından dolayı bir araştırma yapar ve Nazım’ın Vera ile olan aşkını ortaya çıkarır. Nazım Vera ile tanışmadan evvel, şiirden bir hayli uzak kalmıştı. İçinden şiir yazmak gelmiyordu ve sürekli Galina’nın yanında soluk alıyordu. Galina Nazım’ın şiir yazmamasına çok üzülüyor ama her defasında ikna çabaları boşa çıkıyordu. Fakat Vera’nın hayatına girmesi Nazım’a yeniden şiir tutkusunu aldığı ilhamla çokça şiir yazmaya başlamıştı. GalinaVera’dan ömür boyu nefret etse de Nazım’ı yeniden şiire bağladığı için bu aşka hep saygı duymuş ve sabırla Nazım’ı beklemişti. Fakat özgürlükten bahseden ve kadından kadına koşan Nazım Vera’nın aşkı ile kalbini sonsuza dek mühürlemişti. Birçok şiirinde ’aldattım aldatıldım’’ diyebilen dürüstlüğü ile de çok sevilen biriydi. Eğer aşk sevdiğinden yoksunsa aşkın rengi siyahtır. Bazen sevdiğinin saç rengine, bazen de gözlerindeki tılsımın rengine bürünür. Bambaşka terennümlere bulanır zaman içinde. Fakat iki taraf da evli olduğu için bir süre sonra çamur rengine dönüşür ve işler içinden çıkılmaz bir hal alır. Karman çorman olur ilişkileri. Özlemek simsiyah katranlar akıtırken yüreğe ayrı durmak mahpusta kalmak gibi hissettirir Nazım’a. Yakın çevreleri ve eşleri durumu bildikleri halde her şey onlardan yanadır ve geriye tek bir şey özleme acilen bir çözüm bulmak isteyen Nazım Vera ile açık açık konuşur. Ani bir karar alarak her ikisi de eşlerinden boşanır. Kısa bir süre sonra evlenirler. Her kavuşma bir hayalle başlar. Kurulan hayal ortaksa kavuşmanın keyfine doyum olmaz. Aşk yaşama sebeplerinden biridir onlar için ve vuslata dair tüm ümitleri evlendikten sonra daha da anlam kazanır. Ardın da bıraktıkları kişiler hayal kırıklıklarına bürünse de Nazım ve Vera kavuşmanın keyfini yeniden doğmuş gibi yaşamaya başlarlar. VERA YA Moskova’nın 110 kilometre doğusunda Oka ırmağında öğrendim gümüş türküsünü ırmakların Durup dinlenmeden akıp gitmenin ululuğunu Irmak gemilerinden suya düşen ışıkların çağrısını uzaklara Oka ırmağından öğrendim hasretlerinin dalgın deliliğini. Yaz geceleri Oka ırmağı İnce kumları ve sedefleriyle Ak bir kadını yıkayarak Aktı odamda kalın kütüklerinin arasından. Yaz geceleri düşmedi dallarından zamanların yaprakları Gitmeden gittim adını bilmediğim topraklara.. 16 Temmuz 1960 *** ’Gitmeden gittim adını bilmediğim topraklara’’ diyen Nazım Hikmet asıl aşkı o topraklarda ve asıl sevdayı o yıllarda yaşar. Memleket hasretiyle yanıp tutuşur. Sevdiği kadın yanında olsa da yüreğindeki hasret ateşini bir türlü söndüremez. Memlekete ve İstanbul’a olan hasretinden dolayı sık sık Moskova’daki kanalların sularını izler. Sanki boğazın sularını seyreder gibi… Moskova anlam olarak ’kıvrımlı su’’ demekti. Moskova’da bir sürü kanal vardı ve Nazım hep İstanbul’un sularını hayal edip derin düşüncelerle uzun uzun seyre dalardı. Sürekli Türkiye’den gelecek haberleri beklerdi. Sık sık uyku problemi yaşar uyuyamadığı zamanlarda kitap okurdu. Okuduğu kitaplara ödünç verirdi, uykusunu. Kovsunlar da bir köy çeşmesinde yıkasınlar yüzünü, hep ayık kalsın diye. Sabah’a kadar salonda uzandığı astarı solgun koltukta, gözleri yarı kapalı elindekini okuyarak beklerdi postacıyı. Postacı hiç aksatmaz, her sabah 0730’da gelirdi. Postacı posta kutusuna mektuplar, kitaplar ve gazeteler atardı. Posta gelince Nazım yerinde duramaz ayaklanır, büyük bir hız ve heyecanla bir çocuk gibi bahçe kapısının sürgüsüyle inatlaşıp tıka basa dolu kapağı kapanmayan posta kutusuna koşardı. Dostları Türk basınında çıkan gazetelerden yollardı. Fransız ve Moskova gazetelerinin ıslanmış makalelerinde yitik bir çizgi misali, silik yalnızlığın kucaklaştığı sarı bir umutla, alnından düşen damlacıkları eliyle sıvazlardı. Memleketten gelen gazeteleri eline aldığında avuç içleri terlerdi. Hep boğazdaki vapurları hatırlarcasına kadar olurdu memleketine, memleket topraklarında basılan gazeteleri eline aldığında. Daima gelecek güzel haberleri beklerdi. Daima… Türkiye’den gelecek güzel haberler…Yeniden Türkiye vatandaşlığına geçtiğinin ve yasağının kalmasını arzu ettiği haberler… Her yeni doğan güne Vera’sının koynunda uyanır ve hep umutla başlardı. Mutluluğun yanı sıra yaşadığı hüzünler onu güçsüz kılardı. Bu yüzden her defasında soluğu güvendiği ve gocunmadan yanında gözyaşı dökebildiği Vera’sında alırdı. Vera bir bebek gibi okşardı Nazımın gözyaşlarını. Öperdi onları üzülmesine hiç dayanamaz içlenirdi gizliden gizliye. Geceleri ise sürekli Türkiye radyolarını dinleyerek haberler edinmeye çalışır memleket özlemini bir nebze olsun bastırmak için uğraşırdı. Gün içerisinde evine birçok insan gelirdi. Onunla tanışmak ve fikir alış verişi yapmak isterlerdi. İçlerinde önemli yönetmenler ve kariyer sahibi kişilerde olurdu. Vera Nazım’ın misafirlerine ikramlarda bulunurken dahi aşkları etrafı aydınlatır sık sık göz göze gelip kaçamak gülücükler atarlardı birbirlerine. Yaşama kaynağı olmuştu Nazım’ın. Onu yeniden bütün gücüyle hayata bağlamış ve sürekli yaramazlık eden haylaz çocuk Nazım’ı biraz da olsa değiştirmişti. Bir taraftan aşkı yaşarken Totoliter sisteme olan savaşı da devam yazıkki yine aynı sistemin bulunduğu bir yerde yaşıyordu. Ama bu defa son aşkı yanındaydı. Aşklarını birçok zorluğa rağmen doya doya yaşar buldukları her fırsatta, birbirleri ile aşkın sınırsız hudutlarını aşarak kimseye aldırış etmeden ele ele kol kola dolaşırlardı. Birlikte yaşamaya çok alışmışlar sanki birlikte doğmuş gibilerdi. Hayatları hiç bitmeyecekmişçesine Ver’a titizlikle davranırdı Nazım’a. Herkes herşeye alışıyordu da Nazım hareketli yaşamı içinde yanında Vera olmasına rağmen birçok şeyin yoksunluğunu çekerek sıladan uzak olmaya alışamıyordu. Gitmek gibi birşeylerin eksikliği vardı hep gözlerinde. Ve yazdığı, söylediği şiirlerde’beni bir köy mezarlığına gömün, mezar taşı falanda istemem. Hani bir ceviz ağacı olsun başucumda ya da bir çınar’’ diyordu. Son treni kaçırırcasına ya da mahpustaymışçasına yaşayamadıklarının ve özlemini duyduğu bütün güzelliklerin notlarını derin bir sükûnetle,ince bir çizgiyle içeri sızan gün ışığına aldırış etmeden ajandasına yazıp usul usul öperdi iç gözyaşlarıyla bezenen sözcükler, yüreğine işler ve memleketin dağlarının süslediği o kıvrım kıvrım yolların vazgeçilmezliğiyle, Anadolu kıyısında bahar misali savrulan saman sarısı, güneş gibi parlak saçlı Vera’dan da bahsederdi. Büyük bir aşk ve ihtişamla. Ayrılıklar, hasretler yüreğinde volkanlar koparsa da, düşsede gözyaşları memleketten uzak koca bir yalnızlığa, hiç çekinmeden söylerdi bitmeyen inadını ve davasını güzel gözlü son kadınına. Nicedir dudakları değmezken yapışkan bir rakı bardağına, yanındayken bile ismini sayıklardı geceleri son kadınının. Sığmazken azına bir zeytin tanesi gecenin ayyaşlığında sızıp kalırdı düşlerini kiraladığı puslu duvarlara hapsolurcasına. O yüzdendir akan suları seyre dalıp dalıp gitmesi…Gözlerini kazırdı dudaklarına, bakışlarındaki yitik limanların çıkmazında, İstanbul’un düşüne dalardı, martılarla bölüşürdü simidini Vera’nın kollarında. Aşka aşıktı Nazım. Güzel olan herşeye ve en çok da Vera’ya. Çalıntı bir geçmişin acısını çıkarırcasına yazdığı her satırda basamadığı toprakların ayak izlerini bırakırdı ve dolanırdı ceviz ağaçlarının, çınar ağaçlarının gölgelerinde. Düşünde harmanladığı bütün tümceler lal bir diyarın türküsü gibi salınırdı dizelerinde usulca. Ayakaltında gezinen uykusuzluğuna söylenir gidilmemiş ülkelerin siparişlerini verirdi yorgun gözlerine, Vera’nın bembeyaz tenli koynunda. Abidin Dino’nun esbabındaki hatırasına kimi zaman çakılı kalan gözleri, cümlelerin bağdaşlığıyla uykusuzluğun döngüsünde sayıklatırdı hep Vera’ya olan aşkını yazdığı şiirlerle. Hangi ressam yapabilirdi bu güzelliğin resmini. Sanki tanyerinin ağardığı vakitte çıkan ışık gibiydi onun saman sarısı saçları. Hangi tualde vardı o renkler. Gözlerinin… Teninin… Hangi iklim betimleyebilirdi bu eşsiz aşkın mevsimini. VERA NIN RESMİ Kimseler yapamaz senin resmini Kıyıdan açılanın tanyerinden esenin Aramasınlar seni renklerin atlıkarıncasında Dayanmış tahta parmaklığa bir bağ taraçasında iklimler Bizden en uzak gezegenin kederi Aramasınlar seni uyaklarında ışıkla gölgenin Sen oyunun dışındasın oylumların da yüzeylerin de Bir yerlerde bir sevinç günün birinde fışkırır Kimseler yapamaz senin resmini Kıyıdan açılanın tanyerinden esenin Sen kendi resmini kendin de yapamazsın Gümüş kanatlı bir balık sıçrıyor enginde Aynaların içine girip ötelere gitme boşu boşuna Yitirilmiş erkekler gelir kadınlar koğuşuna geceleri Sen kendi resmini kendin de yapamazsın Bir açılıp bir kapanır kapılar yüreğinde Senin resmini ben yapacağım. 4 Mayıs 1962 Nazım Vera’nın ona yaşattığı eşsiz duygulara rağmen, hiçbir zaman alışamadığı yaşadığı şehre. Kendi sürgün, aşkı yanı başındaydı oysa. Her gezmeye çıktıklarında oraları sanki ilk kez görmüşçesine şaşkın gözlere bakardı etrafa. Ne taşı benziyordu ne toprağı ne de havası yanıp tutuştuğu memleketine. Ah bir kez ciğerlerine çekebilseydi sıla kokusunu o vakit silkelenip gelecekti kendine, lakin Vera’nın kokusunda buluyordu tüm doyamadıklarının hazzını. Vera Nazım’ın bütün hallerine, karmaşasına ve verdiği savaş uğruna başına gelenlerin doğurduğu sonuçlarla yaşamaya alışmış ve çoktan kabullenmişti her şeyi. Arada bir söylenirdi Nazım’a; ’Biz ne yapabiliriz elimizden ne gelir ki. Bu sistemi biz mi değiştireceğiz.’’ derdi. ’ Ger gün ölme bunlar için!’’ Nazım; ’Hayır!!’’ diyordu. ’ Bunlara savaş açmalıyız, insanlara asıl olan biteni tüm gerçekliğiyle anlatmalıyız.’’ Zavallı Vera nereye gitseler arkalarından gelen sivil polislerin iğneleyici bakışları arasında yaşamaya çalışıyordu aşkını. Bazen umursamadan fütursuzca bazende hüzünlenerek isyan edercesine. Vera aşkını tüm zorluklara rağmen yaşamaya alışmıştı alışmasına ama içinde de uhdeler kalmıyor değildi. Normal insanlar gibi yaşayamıyordu hislerini. Nazım’ı avutmakla dolu bir hayattı onunkisi. Her zaman özgürlükten yana ama anarşist olmadan yaşamını sürdürme gayesindeydi Nazım. Tek amacı şiirleriyle, gazete demeçleri ve yazdığı tüm yapıtlarla sesini duyurmaya insanları özgür bir yaşam alanında varolmaya adayan Nazım aşka olan hasretini giderdiği son kadınına yazdığı şiirlerle Vera’sını onurlandırıyor ve onu ne kadar çok sevdiğini haykırıyordu tüm dünyaya. Vakitlerinin çoğunu yazdığı oyunları sahneye koydurmakla ve gazetelere, dergilere şiirler yazılar göndermekle geçiren âşıklar, aşklarını bu şekilde yaşamaya alışmışlardı. Nazım sürekli Vera’ya sağdan soldan topladığı Türklerle ilgili haberleri anlatır memleketinden bahsederdi. Hatta evde dahi hep Türk yemekleri pişerdi. Vera’ya sık sık Türk edebiyatını anlatırdı. Birlikte okur birlikte incelerlerdi. *** Arada sırada tartışırlardı. Bir gün yine bir konu hakkında tartışırken Nazım çok sinirlenmiş ve sesini yükseltmişti. Nazım bakımlı kadınları çok beğenirdi. Vera ise yüzüne su ve sabundan başka hiçbir şey sürmez asla makyaj yapmazdı. Saman sarısını saçlarını da çoğu zaman bakımını kendisi yapardı. Bembeyaz omuzlarına dökülen sapsarı saçlarını bazen tepeden toplar Nazım’a değişik gözükmeye çalışırdı. Bir yılbaşı gecesi davete katılacaklardı. Vera’da sürpriz yapmak isteyip berbere gitmişti. Giderken de Nazım’a küçük bir not yazıp nereye gittiğini söylemişti. Çok kıskanç olan Nazım bir süre sonra dayanamayıp berberin önünde dolanmaya başlayınca içerden Nazımı gören bayanlar Vera’ya haber verdiler. Vera birden telaşa kapılıp yüzünü kapatarak dışarı çıktı. Onu tanıyamayan Nazım ise yanından geçip giderek hızlı adımlara eve doğru yol aldı. Az sonra eve gelen Vera’yı gören Nazım küplere bindi. Bağırdı çağırdı kıskançlıktan adeta patlamak üzereydi. Küslükleri çok kısa sürer her defasında mühürlenen dudakların neminde göz göze gülümseyerek barışırlardı. Öyle de oldu. En az Nazım kadar Vera da kıskançtı. Bir yere girdikleri zaman bütün kadınlar akıllarını kaçırmış gibi Nazım’a bakarlar ve Vera’da öfkeden deliye dönerdi. Hayatının hiçbir anını bomboş yaşamayan Nazım bir gününü dolu dolu geçirir ve her günü bir yıl olarak kabul edip sürekli Vera’ya çok az vakti kaldığından bahsederdi. Vera’nın çocuk özlemine bile karşılık veremeyecek kadar meşgul olduğunu anlatır ve doğacak bir çocuğun sorumluluğundan daha büyük sorumlulukları olduğunu anlatırdı. İlk zamanlar Vera bu durumdan çok şikâyetçiydi ama ilerleyen zaman içinde Nazım’ı anladı ve bu durumu kabullendi. *** // Bir anda başlamamıştı hikâyeleri ama aniden bitivermişti.// 1963 yazıydı. Yine uykusuz geçen bir gecenin ardından yarı kapalı gözlerle Postacının gelmesini bekliyordu Nazım. O gün postacı her zaman geldiği saatten bir saat evvel gelmişti. Saat 0630 sularıydı. Nazım yine bir çocuk edasıyla postacının getirdiği gazete ve mektupları almak için oturduğu apartmanın ikinci katından hızla inerek posta kutusuna yönelmişti. Memleketten gelecek güzel haberlerin umuduyla posta kutusundaki gazeteye uzandı. Fakat gazeteyi dahi alamadan oracıkta kalp krizi geçirerek hayata gözlerini yumdu. Yıllarca Nazım’ın anılarıyla yaşayan Vera her gün Nazım’a kavuşacağı günü bekledi. Aralarındaki otuz yaş fark vardı ve Nazım öldükten otuzbeş yıl sonra ancak hayata gözlerini yumabildi. Nazım’dan sonra hiç kimseyle evlenmeyen Vera sık sık sevdiklerine küllerimi Nazım’ın kalp hizasına gömün diyerek vasiyet ederdi. Özgürlük mücadelesinde geçen koca bir ömre sığan beş yıllık bir aşk hikâyesi. Saman sarısı saçlı mavi gözlü Vera ve Nazım asırlarca konuşulacak bir aşk yaşadılar. Nazımın ölümünden bir süre sonra Vera evde küçük bir kağıt parçasına yazılmış bir not buldu. Notta şunlar yazıyordu; VERA YA Gelsene dedi bana Kalsana dedi bana Gülsene dedi bana Ölsene dedi bana Geldim Kaldım Güldüm Öldüm 1963 Nazım Hikmet’in ölümünden kısa bir süre sonra Vera’nın bulduğu bu not yaşadıkları derin aşkın kısacık bir özeti gibiydi. Zaman Nazım’ın yarasının merhemi olamadı ama Nazım adını asırlarca okuyacak bir neslin kalbine altın harflerle yazdı. Savaşıyla, çileleriyle ama en önemlisi de Vera’ya olan bağlılığıyla. Haz 1, 2014 Sizler için Piraye, Münevver ve Vera başta olmak üzere Nazım Hikmet’e ilham kaynağı olmuş 12 kadını ve Nazım’ın onlara yazdığı şiirleri derledik. 1. Sabiha Hanım Nazım’ın çocukluk çağındaki ilk aşkı Abdülhamit Devri’nin ünlü valilerinden birisinin kızı olan Sabiha Hanım’dır. Nazım, Sabiha Hanım için “Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki” nakaratlı ünlü şiiri yazar “Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki Çok sevdiğim başına yemin ediyorum ben Koyu bir çiçek gibi gözlerin kapanırken Bir dakika göğsünün üstünde olsa yerim Ömrümü bir yudumda ellerinden içerim Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki.” 2. Azize Hanım Yaş 17… Nazım da yine aşık. Bu kez ünlü bir doktorun baldızı olan Azize Hanım. Nazım için şiirsiz aşk olur mu? “Rüyaya daldıran şarabın sun Önümde gönlümle gelirken dize, Şu yanan alnıma bir kere dokun, Azize, gözleri nurdan Azize!” 3. Şükufe Nihal 1920’li yıllarda, Erenköy bahçelerinde, köşklerinde şairler yan yana gelip edebi sohbetler yapıyorlardı. Bir Devrin Romanı adlı eserinde Halide Nusret Zorlutuna olayı şöyle yazdı “Şükufe Nihal okuduktan sonra, gülerek kağıdı bana verdi. Bugün gibi hatırlıyorum, kağıtta şairin o delişmen yazısıyla aynen şu kelimeler yazılıydı Ben sizin için çıldırıyorum, siz bana aldırış bile etmiyorsunuz!” Halide Nusret Zorlutuna’nın kızkardeşi İsmet Kür, Şükufe Nihal’i şöyle anlatır “Şükufe Nihal hemen her görenin aşık ya da hayran olduğu kadınlardandı. Güzel denemezdi pek. Gözleri çukurdu ve ufaktı… Boyu hiç uzun değildi. Beden çizgileri dikkati çekmekten uzaktı. Ne ki, zarifti, her zaman bakımlı ve çok şıktı. Dünyaya metelik vermeyen, kendine çok güvenen bir havası vardı. Onu bu kadar çekici yapan da, bu dünyaya metelik vermeyen haliydi. Ve de, o sıralar, hayran olunacak kadın sayısı da çok değil miydi? Ya da nitelikleri mi farklıydı? Sanırım, biraz öyle.” Aralarındaki ilişki nasıl şekillendi bilemeyiz ama İsmet Kür’e göre Bir Ayrılış Hikayesi şiirini Nazım onun için yazmıştır “Erkek kadına dedi ki -Seni seviyorum, ama nasıl, avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya çıldırasıya… Erkek kadına dedi ki -Seni seviyorum, ama nasıl, kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beş yüz, yüzde hudutsuz kere yüz… Kadın erkeğe dedi ki -Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana.. Ve ben artık biliyorum Toprağın – yüzü güneşli bir ana gibi – en son en güzel çocuğunu emzirdiğini.. Fakat neyleyim saçlarım dolanmış ölmekte olan parmaklarına başımı kurtarmam kabil değil! Sen yürümelisin, yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak.. Sen yürümelisin, beni bırakarak… Kadın sustu. SARILDILAR Bir kitap düştü yere… Kapandı bir pencere… AYRILDILAR” 4. Nüzhet Hanım Nazım Hikmet ve arkadaşı Vala Nurettin komünizm tutkusuyla 1921’in Eylül ayında Trabzon Limanı’ndan bindikleri bir gemiyle, maceralı bir yolculukla Sovyetler Birliği’ne giderler. Burada, İstanbul Nişantaşı’nda komşu oldukları, Matbuat Umum Müdürü Muhittin Bey ve baldızı Nüzhet Berkin’le karşılaşırlar. Nazım’ın İstanbul’dan beri tanıyıp hoşlandığı Nüzhet Hanım’la aşk kaçınılmazdır. Nazım Hikmet kıskanç bir aşıktı. Nüzhet Hanım’ın Dağıstanlı yakışıklı bir öğrenciyle konuşurken görünce Gövdemdeki Kurt şiirini yazdı “Sen benim minare boyunda çam gövdeme, yumuşak beyaz bir kurt gibi girdin, kemirdin! Ben barsaklarında solucan Makdonaldı besleyen İngiliz amelesi gibi taşıyorum seni içimde” Nüzhet Hanım’la 1922 yılında evlendi. Evleri, Nazım’ın eğitim gördüğü KUTV Üniversitesinin öğrenci pansiyonuydu. Muhittin Bey karşı çıktı bu evliliğe, tabii Nazım’ın ailesi de istemedi. Nüzhet Hanım’ı fiziksel olarak beğenmiyorlardı. Zaten 4- 5 ay birlikte yaşadılar. Nüzhet Hanım’ın sağlık problemleri başladı. 1923’te tedavi için önce Bakü’ye, sonrasında Türkiye’ye döndü. Nüzhet Hanım’ın şu sözleri idealist Nazım’da büyük bir düş kırıklığı yaratır “Bizim de herkes gibi bir yuvamız, cici bici bir evimiz olsun istemez misin Nazım? Her akşam ben evimizde seni bekleyeyim, huzur içinde yaşayalım. Sana mı kaldı dünyayı düzeltmek?” 1924 Temmuz ayında Nazım da döner Türkiye’ye. Nazım, aralarındaki ilişkiyi düzeltmeye çalışsa da olmamış. 1924 ya da 25 yılında, bir tiyatroda Nüzhet Hanım, Nazım Hikmet’le karşılaşmış, ama görmezden gelmiş. Nazım’ı kızdıran bu olaydan sonra görüşmemişler. 1926 yılında ise Nüzhet Hanım felsefe öğretmeni Mehmet Servet Erkin’le evlenir. 1932 yılında herkesçe bilinen Mavi Gözlü Dev şiirini yazar. Burada şuna değinmemiz lazım. Memet Fuat Piraye’nin oğlu bu şiirin annesine yazıldığını söylese de, Nazım Hikmet’in arkadaşları, Vala Nurettin, Zekeriya Sertel, Kemal Sülker bu şiirin Nüzhet Hanım’a yazıldığını söylerler. “O mavi gözlü bir devdi, Minnacık bir kadın sevdi. Kadının hayali minnacık bir evdi, bahçesinde ebruli hanımeli açan bir ev. Bir dev gibi seviyordu dev, Ve elleri öyle büyük işler için hazırlanmıştı ki devin, yapamazdı yapısını, çalamazdı kapısını bahçesinde ebruli hanımeli açan evin. O mavi gözlü bir devdi, Minnacık bir kadın sevdi. Mini minnacıktı kadın. Rahata acıktı kadın yoruldu devin büyük yolunda. Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, girdi zengin bir cücenin kolunda bahçesinde ebruli hanımeli açan eve. Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev, Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz bahçesinde ebruli hanımeli açan ev…” 5. Yelena Yurçenko Lena Nazım Hikmet yaklaşık 9 ay sonra 1925 Eylül’ünde ikinci kez Sovyetler Birliği’ne gider, daha doğrusu kaçmak zorunda kalır. Bu kez diş hekimi Yelena Yurçenko’ya Lena aşık olur. Lena, Nazım’dan birkaç yaş büyüktü. Çok okuyan, kültürlü, hoş bir kızdı. Nietzsche hayranıydı. Nazım’la dünya görüşleri uymasa da bilinçli, dirençli havası onu etkiledi. 1926 yılında evlendiler. Yaklaşık 2 yıl sürdü. Ailesine fotoğraflarını gönderiyordu. Lena aile tarafından da beğenildi. Evlilikleri bazı kitaplarda doğrulanmasa da Hıfzı Topuz ve Memet Fuat evlendiklerini yazar. Ona yazılmış bir şiiri bilinmiyor. Biz de Nazım’ın ailesine o dönem yazdığı mektubu paylaşıyoruz. “Sıhhatim gayet iyidir. Lena ile her gün sizlerden konuşuyoruz. O sizi, gıyaben çok seviyor. Samuş’a buradan Rus işi gayet orjinal yazlık elbise göndermek istiyoruz. Eğer Lena’ya potin aldınızsa numarası 37 olsun.” 6. Piraye Nazım Hikmet’ten Piraye’ye Aşk Dolu 20 Mektup adlı yazımıza da göz atmanızı öneririz. Nazım 1928 yılında Türkiye’ye döner. 3 ay tutuklu kalır. Bu dönemi şöyle anlatacaktı yıllar sonra “Kadınlarla bir daha ciddi bir ilişkiye girmemeye karar verdim. Her an hapse girebilirdim. Kesinlikle evlenmemeliydim.” Ama karşısına Piraye çıkacaktır. Yıl 1930… Piraye Nazım Hikmet’in kızkardeşi Samiye’nin arkadaşıdır. Piraye, kendisini bırakıp Paris’e giden kocası Vedat Örfi’den boşanmak üzere olan 2 çocuklu Suzan ve Memet 24 yaşında bir kadındır. Başlangıçta Piraye’nin ailesi de, Nazım’ın ailesi de farklı nedenlerle istemeyeceklerdi bu ilişkiyi. Nazım aşkın ilk günlerinde yazdığı Mor Menekşe, Aç Dostlar, Altın Gözlü Çocuk şiirinde Piraye’ye “altın saçlı çocuk” diyecektir. “EEEEEEEEEY… kızım, annem, karım, kardeşim sen başında güneşler esen altın gözlü çocuk, altın gözlü çocuğum benim; deli çığlıklar atıp avaz avaz burnumun dibinden gelip geçti de yaz, ben, bir demet mor menekşe olsun getiremedim sana!” 1933 yılında evlenmeye karar verirler. Ama 1933 yılının Mart ayında tutuklanır. Piraye sevgilisiydi, tutuklandıktan 4 ay sonra cezaevi müdürünün sorusu üzerine nişanlıyım der. Artık mektuplarında ona öyle hitap edecektir “Nişanlım benim, yüzüğünü kalbimde taşıdığım, kalbime geçirdiğim sevgili ! Sana öyle hasretim ki… Nişanlın” Karıma Birinci Mektup isimli şiirinde de şöyle yazar “Yavrum! uyuyamıyorum! Görünmez kuşlar ötüyor üstünde kızıl ağaçların. Alevli bir duman gibi tütüyor Gözlerimde saçların! Saçların altın dudakların nar koyu kehribar gözlü sevgilim Çıkacağımdan emin değilim.” 7. Semiha Berksoy 1934 yılında Bursa Cezaevi’ne şehir tiyatrolarından tanıdığı Semiha Berksoy onu ziyarete gelince birbirlerine yakınlaşırlar. Aklı Piraye’deydi ama bu ona engel değildi. Nazım Hikmet yıllar sonra yazdığı İki Sevda şiirinde aslında bu özelliğini dile getirmişti. “Bir gönülde iki sevda olamaz yalan olabilir.” 16 ay tutuklu kaldıktan sonra özgür kalır Nazım. Piraye ile 31 Ocak 1935’te gözlerden uzak kimseye haber vermeden evlenirler. Bir gün Kadıköy vapurunda Semiha Berksoy’la karşılaşır. Aralarındaki aşk tekrar canlanır. Semiha Berksoy şöyle anlatır “Merdivenlerden çıkıyorduk. Birden “Ben evliyim seni alamam” dedi. Ben de onu seviyordum. “Olsun” dedim. Onu o şekilde kabul etmiştim. Meğer o tarihte evli değilmiş, Piraye’ye evlenme sözü vermiş.” Semiha Berksoy anı defterine 22 Aralık 1936 tarihinde şöyle yazar “Bu sabah stüdyoya gittim. Sevgiyle bakarak elimi sıktı. İlgisi gittikçe arttı. Kani Kıpçak’ın dikkatini çekti. İnsan hayatta bir kişiyle mi, yoksa birçok kişiyle mi ilgilenmeli? diye sordu. Nazım da “Esasında bir sevgi olur, ama eğlencelerin de olması hiç fena değil, fakat sevgi birdir” diye yanıt verdi.” Nazım Semiha Berksoy’a şiir değil ama belki de sevgilisi opera sanatçısı olduğu için Bu Bir Rüyadır adlı opereti yazdı. Başrolde Semiha oynadı. Bu ilişkiden karısı Piraye’nin elbette haberi vardı. Memet Fuat, başka kadınların Nazım’a yakınlık göstermelerine katlanamayan Piraye’nin Semiha için daha sonraları “Delişmendir, ama iyi kızdır, sevgisi içtendir” dediğini söyler. 8. Suat Derviş Nazım, Birinci Dünya Savaşı sonlarında, yazar Suat Derviş’i tanımıştır. İkisi de gençtir. Ama Suat Derviş o dönem kendisini beğenenlere yüz vermeyen, biraz şımarık bir kızdır, sevgili değillerdir. Hatta ona şu dizeleri Gölgesi şiiri o dönemde yazmıştır. “Ağlasada gizliyor gözlerinin yaşını; Bir kere eğemedim bu kadının başını. Kaç kere sürükledi gururumu ölüme Fırtınalar yaratan benim coşkun gönlüme. Cevapları öyle heyecansız ki onun, Kaç kere iman ettim, hiçliğine ruhunun. Kaç kere hissettim ki, yine bu gece gibi Güzelliğin önünde, dolup, çarpmalı kalbi Ne mehtabın aksine yelken açan bir sandal Ne de ayaklarında kırılan ince bir dal Onun taştan kalbini sevdaya koşturmuyor. Bir çiçeğin önünde bir dakika durmuyor…” 1935 yılının sonlarında gençlik arkadaşı Suat Derviş’le yine karşılaşır. Derviş bu kez ona yakınlık gösterir. Birlikte Çamlıca sırtlarına çıkarlar. Şubat ayında yağan karın erimesiyle oluşan çamurlara bata çıka dolaşır, sohbet eder, yakınlaşırlar. Eve dönünce ayakkabı ve pantolonun çamurlu halinden, Piraye şüphelenir, durumu anlar. Bunun üzerine, Piraye, bir kova suyu üzerine döküp, Şubat akşamında balkona çıkar, zatüree olup öleyim der. Nazım güç bela onu içeriye alır. 9. Cahit Uçuk Nazım o yıllarda Akşam gazetesinde Orhan Selim takma adıyla yazılar yazıyordu. 22 Ocak 1955 yılında duygusal bir yazı yazar Nazım. Birkaç gün sonra gelen okur mektuplarından biri duygu doluydu, adeta onu etkilemek için yazılmıştı. Bu kişi daha sonra öykü yazarı olan Cahit Uçuk’tur. 24 yaşındadır. Oldukça güzel bir kadındır. Hıfzı Topuz, “Nazım bir kadına durup dururken asılmaz, ama kendisiyle ilgilenen olursa, hoşuna giderse tutulabilirdi” der. Cahit Uçuk’la ilişkileri de tam da böyle oldu. Cahit Uçuk “Aramızda ruhsal bir yakınlık ve minnet dolu bir beraberlik oldu” derken; Nazım, Piraye ile barışmak istediği dönemde, Memet Fuat’a yazdığı mektupta “Ben o hadiseye annenin beni sevmediği şüphesine kapılıp atılmışımdır. Annenin beni ihmal ettiği ya da bana öyle geldiği zamanlarda bu bahiste kötü şeyler yaptım” yazar. Nazım aslında tüm bu yaşadıklarını dizelerinde dile getirmiştir. “sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım şu kadarcık haset etmedim Şarlo’ya bile aldattım kadınlarımı konuşmadım arkasından dostlarımın” 10. Yine Piraye 1938’in Ocak ayında tekrar tutuklanır. İki ayrı yargılamadan toplam 35 yıllık bir hapis cezası beklemektedir onu. Hapisteyken, Piraye’ye adeta yeniden aşık olur. Muhteşem şiirler yazar. Bizce Nazım en güzel şiirlerini o dönemde yazmıştır. Ankara Cezaevi’nde kol saatinin içini boşaltmış ve oraya karısıyla çocuklarının bir fotoğrafını koymuştu Nazım… “Artık her zaman gözümün önündeler” diyordu. Saatin kayışına ise tırnağıyla Piraye yazmıştı. Yıllarca Piraye’nin evinde saklanacak o saat, Nazım’ın çok bilinen bir şiirine konu oldu “Senin adını kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım. Malum ya, bulunduğum yerde ne sapı sedefli bir çakı var, bizlere âlâtlı katıa verilmez ne de başı bulutlarda bir çınar. Belki avluda bir ağaç bulunur ama gökyüzünü başımın üstünde görmek bana yasak…” 1 Ekim 1945 “Dağın üstünde akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var dağın üstünde. Bugün de sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de. Birazdan açar kırmızı kırmızı gecesefaları birazdan açar kırmızı kırmızı. Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı..” Piraye’ye güvenmesine karşılık, ikide bir kıskançlık bunalımlarına giriyor “Kime aşık olursan ol” diye yazıyordu. Buna karşılık Piraye yazdığı bir mektupta neler söylemiş Nazım o mektupları “Ayşe’ye Mektuplar” adıyla şiirleştirdi “Sen beni kıskanıyorsun, ve benim gülmem tutuyor. Ben aşkı hürmet muhabbet sadakat, diye anlarım … halbuki aşk sadece muhabbet sende. Hem biliyorum bu evhama neden düştüğünü ben içerde olsaydım sen dışarda aldatırdın beni. İçerde olmama ne lüzum var? İkimiz de dışardayken beni aldatmadın mı? Sen alçaksın ve dışarı çıkar çıkmaz beni yine aldatacaksın.” 11. Münevver Andaç 1948 yılının Ekim ayında yazar Peride Celal ile beraber dayısının kızı Münevver de gelir. Aslında Piraye ile evlendiği günlerde Fransa’dan dönen Münevver ile kısa bir yakınlaşma yaşansa da Münevver ressam Nurullah Berk’le evlenmiş, bir kızı olmuştu. Kendisinden 15 yaş küçük kumral saçlı, yeşil gözlü kadınla yazışmalar, gidip gelmelerle tutkulu bir aşk başlamıştı. Ona yazdığı ilk şiiri Sen şiiridir “sen esirliğim ve hürriyetimsin, çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin, sen memleketimsin. Sen ela gözlerinde yeşil hareler, sen büyük, güzel ve muzaffer ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin…” Daha sonra bu şiirini yazacaktır “Hoş geldin kadınım benim hoş geldin yorulmuşsundur; nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını ne gül suyum ne gümüş leğenim var, susamışsındır; buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim acıkmışsındır; beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam memleket gibi yoksuldur odam.” Bu dönemde yazdığı tutkulu şiirlerinde Münevver’in gözlerinin rengi nedeniyle yeşili çok sık görürüz. “Siz aydınlıkta öyle kımıldamadan durun, güneş duradursun yeşil entarinizde, Yaram birdenbire açıldı Kan gövdeyi götürüyor bendenizde…” Güz, Sonbahar, Yine Sana Dair şiirlerini de ona yazmıştır. 1948’de Piraye’den boşanma kararı alır. “Bütün bu olup bitenlere rağmen en yakın iki insan olarak kalacağımızı biliyorum. Ömrümün en güzel senelerini, en iyi eserlerini, sana borçluyum. Onlar manen ve maddeten senindir.” der. Eşinden boşanacağını söyleyen Münevver, karar değiştirir. Cezaevine de gelmez. Bu Nazım için büyük bir darbe olur. 47 yaşındaki Nazım’ın bu dönemde yazdığı şiirlerden Tekirle Kavakta şöyle der “Kırkından sonra azanı teneşir paklar bu üç dört dört beş sekiz sayı sayacak değiliz çünkü bunun kırka kadar yolu var” Nazım tekrar Piraye’ye mektuplar yazarak barışmak isteğini dile getirir. Affetmesini ister “Pirayem, kızıl saçlı bacım benim, seni arkadan bıçakladım. Bir damlası damarlarımdaki bütün kana bedel kanınla boyandı elim. Gel de beni bir daha yalnız bırakma. Eteklerinden öperim.” Nazım af yasası çıkmayınca 7 Nisan 1950’de açlık grevine başladı. Piraye hem bu durum, hem de yazdığı mektuplardan etkilendiği için ziyaretine gelir, aynı anda Münevver de cezaevine gelir. İşte bu Nazım ve Piraye’nin son karşılaşması olur. 15 Temmuz 1950’de tahliye olur Nazım. Piraye’den 23 Mart 1951’de boşanır. 3 gün sonra Münevver bir oğlan doğurur. Nazım oğluna çok sevdiği üvey oğlu Memet’in ismini verir. 49 yaşındaki Nazım’ı askere almak isterler, arkasında farklı şeyler olduğu haberleri üzerine 17 Haziran 1951’de bir tekneyle gizlice Varna’ya, Bükreş’e ve en sonunda Moskova’ya gelir. Yedi tepeli şehirde bırakıp gelmişti gonca gülünü. Ama o dönemde kulağına gelen, en yakın arkadaşı Kemal Tahir ile Münevver arasında bir ilişki olduğu dedikodusu Nazım’ı alt üst eder. Böyle bir şey yoktu, tamamen yanlış anlamaydı ama katlanması zordu. Ben Sen O şiirini yazdı “o, yalnız ağaran tanyerini görüyor ben geceyi de sen yalnız geceyi görüyorsun ben ağaran tanyerinide” 12. Galina Grigoryevna Kolesnikova Nazım 1952’de Çin’de geçirdiği ilk kalp krizinden sonra Moskova’ya döndü ve hayatına doktor Galina Kolesnikova girer. Tüm kadınlar gibi Nazım’a vurulmuştu. Nazım’ın doktoru, yardımcısı, tercümanı, arkadaşı olur. 7 yıl süren bu ilişkiye yazılmış şiirler yok ama Nazım’ın 8 milimetrelik kamerasıyla Galina’nın çektiği görüntüler kalacaktı. 13. Vera Tulyakova Kendinden 30 yaş küçük sarışın bir genç kız, 1955’te hazırladığı bir film için yardım istemişti. Vera… “Saçları saman sarısı, kirpikleri mavi, kırmızı dolgun dudaklı bu kız” İlk görüşte Nazım’ın kalbine girmişti. Evliydi ve bir çocuğu vardı. Ayrıldı. 18 Kasım 1960’ta Nazım’la evlendiler. Artık tüm şiirleri Vera içindi. Vera’nın Uykudan Uyanışı “uyandın gülüm iskemleler uyandı köşeden köşeye koşuştular masa da öyle doğrulup oturdu kilim nakışları açıldı katmer katmer ayna seher vakti gölü gibi uyandı açtı kocaman mavi gözlerini pencereler uyandı balkon toparladı bacaklarını boşluktan tüttü karşı damda bacalar kaldırımlar akasyalar ötüştü bulut uyandı attı göğsündeki yıldızı odamıza evin içinde dışında uyandı aydınlık doldu saçlarına senin dolandı çıplak beline ak ayaklarına senin” Vera’ya “Oka ırmağından öğrendim hasretlerinin dalgın deliliğini. Yaz geceleri Oka ırmağı ince kumları ve sedefleriyle ak bir kadını yıkayarak aktı odamda kalın kütüklerinin arasında iri iri damlalarıyla yağmur üzüm salkımıydı doğum gününde senin şaşkın ve sırılsıklam durdum önünde senin altın kubbeli bir ağaçtın denizin ortasında ilk ergenlik düşümden geliyorum sana bu şehrin bana verdiği en tatlı yemiş en akıllı söz en insan sokaksın günlük güneşlik rüzgârım benim saçları saman sarısı kirpikleri mavi karım benim” Sabah Karanlığı “Gülüm çıkar yataktan bir kayısı gibi çıplak Mavi afişteki güvercin gibi aktır sabah karanlığında” Vera İçin “İçimde mis kokulu Kızıl bir gül gibi duruyor zaman, Ama bugün cumaymış, yarın cumartesiymiş, Çoğum gitmiş de azım kalmış, umurumda değil” Doktoru “Aşksız 10 yıl yaşarsın, aşık olursan 3 yıl” demişti. Öyle de oldu. 3 Haziran 1963 günü büyük şair bu muhteşem şiirlerini bırakarak bu dünyadan içinden el yazısıyla yazılmış şu şiir çıktı “Gelsene dedi bana Kalsana dedi bana Gülsene dedi bana Ölsene dedi bana Geldim Kaldım Güldüm Öldüm” Nazım Hikmet ile ilgili hazırladığımız diğer yazılarımıza da göz atmanızı öneririz Nazım Hikmet’e Aşklarıyla İlham Vermiş 12 Özel Kadın Nazım Hikmet’in 25 Unutulmaz Şiirinden Enfes Alıntılar Nazım Hikmet’ten 6 Özel İnsana 6 Özel Şiir Nazım Hikmet’in Aşk Şiirleri Kaynak Hıfzı Topuz – Hava Kurşun Gibi Ağır, Emin Karaca – Nazım Hikmet’in Aşkları, Memet Fuat – Nazım Hikmet Üstüne Yazılar Nâzım Hikmet ve Nüzhet Nâzım ve Nüzhet çocukluk arkadaşıdırlar. Moskova’da üniversite öğrencilikleri devresinde evlenirler. Nüzhet’in ailesi razı değildir bu evliliğe. Mektuplar yağdırırlar Moskova’ya. “Her sözüyle, her hareketiyle, her şeye isyan etmiş, hatta saçları bile berberin tarağına isyan etmiş bu adamla senin gibi munis ve uysal bir kız geçinemezsiniz!” derler. Bir ara Nüzhet’in sağlığı bozulur ve memlekete döner. Ne kadar tedavi olup iyileşmiş olsa bile, bu bünyesi ile Nazım’a yoldaşlık yapamayacağını düşünür, belki de ailesinin etkisi ile ayrılmaya karar Moskova nikahı yapılmış olduğu için, boşanmak gibi hukuki bir sorunları da yoktur. Yıkılır şairimiz bu karar üzerine...Bu evlilik iki yıl sürmüştür. Bu ayrılıktan sonra Şair’in şu şiiri yazdığı söylenir MAVİ GÖZLÜ DEV, MİNNACIK KADIN VE HANIMELLERİ O mavi gözlü bir devdi, /Minnacık bir kadın sevdi. /Kadının hayali minnacık bir evdi, bahçesinde ebruli hanımeli açan bir ev. /Bir dev gibi seviyordu dev, /Ve elleri öyle büyük işler için hazırlanmıştı ki devin, /yapamazdı yapısını, /çalamazdı kapısını bahçesinde ebruliiii hanımeli açan evin. /O mavi gözlü bir devdi, /Minnacık bir kadın sevdi. /Mini minnacıktı kadın. /Rahata acıktı kadın yoruldu devin büyük yolunda./Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, /girdi zengin bir cücenin kolunda bahçesinde/ ebruliiii hanımeli açan eve. /Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev, Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz /bahçesinde ebruliii hanımeli açan ev... Nazım Hikmet ve Piraye Piraye, Nâzım Hikmet’in kızkardeşinin arkadaşıdır. Kocasından ayrılmış, bir erkek ve bir kız çocuğu sahibi dul bir kadındır. Şairimiz’in Piraye’ye yazdığı ilk şiirinin hikayesinin şöyle olduğu söylenir Şair, sevgilisine bir demet mor menekşe ile gitmeye niyetlenmiştir. Ama dostlarının karnını doyurması gerekmektedir. Altın gözlü çocuğun menekşe parasını harcar. 1930 da yazdığı o güzelim şiiri de şöyledir Mor Menekşe, Aç Dostlar ve Altın Gözlü Çocuk Abe şair, bizim de bir çift sözümüz var aşka dair.» O meretten biz de çakarız biraz.. Deli çığlıklar atıp avaz avaz burnumun dibinden gelip geçti yaz sarı tahta vagonları ter, tütün ve ot kokan bir tren gibi. Halbuki ben istiyordum ki gelsin o kırmızı bakır bakracında bana sıcak süt getiren gibi... Fakat neylersin, yaz böyle gelmedi, yaz böyle gelmiyor, böyle gelmiyor, hay anasını... şey!.. EEEEEEEEEY... kızım, annem, karım, kardeşim sen başında güneşler esen altın gözlü çocuk, altın gözlü çocuğum benim; deli çığlıklar atıp avaz avaz burnumun dibinden gelip geçti de yaz, ben, bir demet mor menekşe olsun getiremedim sana! Ne haltedek, dostların karnı açtı kıydık menekşe parasına! 1935’de kimseye haber vermeden evlenirler. İstanbul’a yerleşirler. Ama rahat olamazlar ki… Nâzım Hikmet’in mahpusluk günleri başlayacaktır. O kadar çok şiir yazmıştır ki Piraye’ye… O kadar çok mektup yazmıştır ki “Karıcım, canım karıcığım” hitapları ile başlayan… Misal, "Karıcığım, Bu seferki ilk mektubuma senin için yazdığım bir şiir ile başlıyorum Saat dört yoksun, Saat beş yok / Altı,yedi ertesi gün ve belki kimbilir... /Hapishane avlusunda bir bahçemiz vardı. /Sıcak bir duvar dibinde on beş adım kadardı./Gelirdin,yan yana otururduk, Kırmızı ve kocaman muşamba torban dizlerinde..." Bu şiir böyle devam etmektedir... Şiirin sonundaki mektup ise şöyle bitmektedir "Kuzum karıcığım,bu şiirleri iyi en ustaları değilse de en nasıl yalansız, süssüz,sanatsız seviyorsam,bunlar da öyle... " Yada ,”Karıma Birinci Mektup” şiirini şöyle bitirmektedir ……………………………………………... Düşmanara gam. /Dostlara selam. /Kalbimde çocuklarım. /Seni kucaklarım. /Canın sıkıldıysa bu mektuptan beni affet!... /Kocan Nazım Hikmet “Karıma 2. Mektubumdur” diye yazılan ve Portreler kitabında yayımlanan en ünlü şiir de şu değil midir? "Bir tanem! Son mektubunda "Başım sızlıyor yüreğim sersem!" diyorsun. "Seni asarlarsa seni kaybedersem," diyorsun, "yaşayamam!" Yaşarsın, karıcığım, kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda; yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı, en fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı. Ölüm bir ipte sallanan bir ölü. Bu ölüme bir türlü razı olmuyor gönlüm. Fakat emin ol ki, sevgili, zavallı bir çingenenin kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli geçirecekse eğer ipi boğazıma, mavi gözlerimde korkuyu görmek için boşuna bakacaklar Nazım'a! Ben, alacakaranlığında son sabahımın dostlarımı ve seni göreceğim, ve yalnız yarım kalmış bir şarkının acısını toprağa götüreceğim... Karım benim! İyi yürekli, altın renkli, gözleri baldan tatlı arım benim; ne diye yazdım sana istendiğini idamımın, daha dava ilk adımında ve bir şalgam gibi koparmıyorlar kellesini adamın. Haydi bunlara boş ver. Bunlar uzak bir ihtimal! Paran varsa eğer bana fanila bir don al, tuttu bacağımın siyatik ağrısı. Ve unutma ki daima iyi şeyler düşünmeli bir mahpusun karısı." Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları” şiiri ise şöyle başlamaktadır “Senin adını /Kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım. Malum ya,bulunduğum yerde /Ne sapı sedefli bir çakı var, bizlere alatı katıa verilmez, /Ne de başı bulutlarda bir çınar.” Durmaksızın yazar Piraye’ye Nâzım Hikmet, sürekli yazar… 1945 lerde gene mahpushanede Piraye hanım’a hergün bir şiir yazmaya başlar. “Piraye için yazılan saat 21-22 şiirleri”dir bunlar. “Ne güzel şey hatırlamak seni ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken…..” Yıllar yılları kovalar hasret ve sevi dolu mektup ve şiirlerle... Amaaa her aşkın bir sonu vardır galiba... 1946 da Bursa Mahpushanesi’nde yatarken dayısının kızı Münevver’in ziyaretleri sıklaşmaya başlamıştır. Gönlüne sual olunmuyordu şairimizin ve artık Nâzım Hikmet ile Münevver aşkı başlıyordu. Şair mektup yazar Piraye’ye ve anlatır durumu tüm açık yürekliliği ile… Piraye Hanım yıkılır ama kimseye belli etmez. Bu arada Münevver bir çocuk sahibi evli bir kadındır. Kocası ayrılmak istemez. Nâzım- Münevver aşkı içinden çıkılmaz hale gelir. Nâzım Hikmet bu aralar bir mektup yollar Piraye hanım’a. Şöyle der “Yeryüzünde hiçbir insan, hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır. Bütün bunlara rağmen gel. Sana “gel” diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam ne halt edeyim, öyleyim işte. Fakat gel. Ve benden nefret ederek,beni hor hakir görerek de olsa, beni bir daha yalnız bırakma!" Gelmezse intihar edeceğini söyleyen mektuplar yazar karısına... Haberler gönderir...Piraye dayanamaz gider. Daha sonra da Nâzım Hikmet’in Piraye Hanım’a yazıları devam eder. Nâzım Hikmet açlık grevi yapmıştır mahpushanede ve rahatsızlandığı için hasteneye yatırılmıştır. Piraye Hanım’la son görüşmelerinin hikayesi de şöyledir Özel bir bağışlanma bekleyen şair serbest bırakılacağını düşünmektedir ve gene Münevver Hanım’la görüşmelere başlamıştır. Piraye Hanım bilir durumu ama gene de hastaneye gider ve Nâzım Hikmet'e çıktığında evine gelebileceğini söyler. Tam bu konuşma sırasında, kapısı açılır görüşme odasının ve içeriye Nâzım Hikmet’in kızkardeşi ile Münevver Hanım girerler. Şairimiz iki arada kalmıştır ve durumu oldukça sevimsizdir. Piraye Hanım çıkar odadan. Bu Piraye ve Nâzım’ın son görüşmesidir. 1930 da başlayan aşk 1950 de noktalanır. Bu 20 yıl hep tutuklanmalar ve mahpuslukla geçmiştir. Piraye Hanım kocasını hiç yanlız bırakmamış ve sabırla beklemiştir. Boşandıktan sonra da 1995 yılında ölene kadar da hiç bir gazeteciye tek bir laf etmemiş ve kimseyle bir daha evlenmemiştir. Nazım Hikmet ve Piraye Hanım aşkından geriye, uzun mahpusluk yılları boyunca yazılan yüzlerce şiir, mektuplar ve kitaplar kalır... Hayranlıkla okumamız için! 1946 da "Piraye'me Rubailer" yazmıştır Nazım Hikmet... Bir tanesi şöyleydi "hatunumun gözleri eladır da /içinde hareler var yeşil yeşil /altın varak üstüne yeşil yeşil meneviş /Kardeşlerim,bu ne biçim iş /şu dokuz yıldır eli elime değmeden /ben burda ihtiyarladım /o orda /Kalın,beyaz boynu kırışan kızım, /imkansızdır ihtiyarlamamız bizim, etin gevşemesine bir başka tabir gerek, /zira ki ihtiyarlamak kendinden başka hiç kimseyi sevmemek demek." Nâzım Hikmet ve Münevver 1938 de Nâzım Hikmet Bursa Mapushanesindedir. Bir gün dayısının kızı Münevver gelir ziyaretine. Bir güzellik girmiştir içeriye, üzerinde Fransız parfümleri kokusu. Kendine güvenli şen şakrak bir kadındır. Münevver le yaşamaya karar verirler. “ Sen esirliğim ve hürriyetimsin, /Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin, /Sen memleketimsin. Sen ela gözlerinde yeşil hareler, /Sen büyük,güzel ve muzaffer /Ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin…” Evli ve bir çocuk annesidir Münevver. Önce Nâzım Hikmet’in hapisten çıkacağı düşünülmektedir. Ama mümkün olmayınca çıkması ve kocası Münevver’den ayrılmaya ikna olmayınca bir pusula gönderir şaire kocasından ayrılamsının imkansız olduğunu bildirir. Açlık grevine başlar Nâzım Hikmet. “yapraklara,dallara,yeşillere, allara, /Nice nice yıllara gülüm,nice nice yıllara. Yaprak dala, al yeşile yaraşır, /Gayrı bundan böyle vermem seni ellere.” 1950 de giren af kanunuyla Nâzım Hikmet özgürlüğüne kavuşur. Çıkınca hapisten Münevver'le evlenir. 1951 de oğulları Mehmet dünyaya gelir. “Nazım’ın kopyası, mavi gözlü,sarı saçlı, gürbüz bir oğlandı.” demektedir Vâlâ Nurettin. Nedense Nâzım Hikmet'in askere gitmesi istenmektedir. Nâzım Hikmet 49 yaşındadır ve 1918 de Bahriye Mektebini bitirmiştir. İkna edemez kimseyi ve askere sevk kararı çıkartılmıştır. Şair 1951 Haziran’ında Tarabya’dan bindiği bir sürat teknesiyle önce Romen şilebine biner, ordan Varna’ya,sonra Bükreş’e ve nihayetinde Moskova’ya gidecektir. Bundan sonraki yıllar memleket hasreti başlayacaktır. “Sevgilim, gonca gülüm /Başladı Lehistan ovasında yolculuğum. ……………. Sevgilim, dayı kızım, Memed’imin anası, /Dedelerimizden biri /1848 Polonya muhaciri. Belki o Varşovalı güzel kadına, senin /İkizmişsiniz gibi benzeyişiniz bundandır, Belki ben bu yüzden böyle sarı bıyıklı /Böyle uzun boyluyum, /Oğlumuzun gözleri böyle kuzek mavisi.” Memed’e yazar “ Ananı üzme oğlum, /Ben güldürmedim yüzünü /Sen güldür. /Anan /İpek gibi kuvvetli,ipek gibi yumuşak; /Anan, /Nineliğinde bile güzel olacak /On ilk gördüğüm günkü gibi, /Boğaziçi’ndeOnyedisinde, /Ay ışığı,gün ışığı,caneriği, /Dünya güzeli.” 1958 de paris’tedir Nâzım Hikmet. “Sensiz Paris gülüm, /Bir havai fişeği /Bir kuru gürültü /Kederli bir ırmak. /Yıktı mahvetti beni Paris’te durup dinlenmeden, gülüm /Seni çağırmak.” 1961 de Münevver, oğlu Memed'le birlikte kaçak yollarla Varşova'ya gitmeyi başarır. Yıllardan sonra Nâzım Hikmet’le bir otelde biraraya gelirler. Sonra bir ev tutarlar. Münevver Varşova Üniversitesinde bir iş bulacaktır. Ama Nâzım bu yıllar zarfında yeni bir aşk bulmuştur kendine… Vera.. Durumu Münevver’e açıklar. Bir süre sonra Münevver oğlunu alıp Fransa’ya geçer. Orada da bir Fransızla evlenir daha sonra. 1998 tarihinde Fransa’da vefat eder. Nâzım Hikmet ve Vera “Saçları saman sarısı,kirpikleri mavi, kırmızı dolgun dudaklı” diye 1961 de yazdığı “Saman sarısı” şiiri ile ölümsüzleştirdiği kadının adı Vera’dır. Nazım Hikmet’ten otuz yaş küçük, beş yıllık evli ve bir çocuk annesidir. İlk tanıştığı andan itibaren aşık olmuştur şair, Vera’ya. Evli ve çocuklu olması umrunda değildir. Vera'yı sürekli aramaktadır. Günde belki on kez telefon eder. Sonunda muradına erer Nazım Hikmet ve Vera’nın gönlüne girmeyi başarır. Evlenirler. Bundan sonra şiirler Vera için yazılacaktır. “Seher vaktı habersizce girdi /gara ekspres kar içindeydi /ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım/peronda benden başka da kimseler yoktu/durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri/perdesi aralıktıgenç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada/saçları saman sarısı kirpikleri mavi/kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı/üst ranzada uyuyanı göremedim/habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres/bilmiyorum nerden gelip nereye gittiğini/baktım arkasındanüst ranzada ben uyuyorum/Varşova’da Biristol Oteli’nde/yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu…” ”Vera’nın Resmi” adlı şiiri de şöyledir “Kimseler yapamaz senin resmini Sen kendi resmini kendin de yapamazsın Bir açılıp bir kapanır kapılar yüreğinde Senin resmini ben yapacağım.” Giitiği her ülkeden her şehirden arar Veya’yı şair. Her yerden kartlar yazar sevda dolu... Gönderir Vera’ya usanmadan… “ ve tüm dostları. Korkunç hasret içindeyim. Bir an önce, bir an önce dönmek istiyorum, işte bu kadar. Nâzım.” Bazı yolladıkları da sadece dört satırdır. Şöyle “Durmadan seni düşünüyorum. Durmadan seni düşünüyorum. Durmadan seni düşünüyorum. Durmadan seni düşünüyorum. Nâzım Hikmet “ Nâzım Hikmet en son şiirini gene Vera'ya yazmıştır. "Gelsene dedi bana Gülsene dedi bana Ölsene dedi bana Geldim Kaldım Güldüm Öldüm." Nazım Hikmet 3 Haziran 1963 günü memleket hasretiyle ölür. Vera, Şairin ölümünden sonra kimseyle evlenmez bir daha. Vera da 2001 de öldüğünde Moskova'dadır. “Mavi gözlü dev’’ ve “Romantik devrimci’’ gibi birçok kimlikle karşımıza çıkan, şiirlerinde yazılarında herkesin bir duygusuna dokunan dev şair, Nazım Hikmet Ran’dan bahsetmek istiyorum. Nazım Hikmet Fotoğraf Bir Gün Başına buyruk, çapkın ama romantik. Onu yıllarca bekleyen kızıl saçlı Hatçe’si, Piraye ile başlayan aşk yolculuğu… Nazım Hikmet; Münevver’e olan sevgisi, Galina’ya olan bağlılığı, Vera’ya karşı olan tutkusu ve Piraye’ye olan aşkıyla yüzlerce mektup yazmış, aşka aşık bir devrimci. Nazım Hikmet ve Aşkları Piraye ve Münevver Nazım ve Piraye’nin hikayesinde aşkın yanında imkansızlıklara da yer vardı. Piraye’nin henüz boşanmamış olması; Nazım’ın ise komünist, işsiz bir şair olarak görülmesi ve böyle bir dönemde birbirlerini bulan iki kişinin, mücadelesi üzerine yazılmış yüzlerce mektup, şiir. Tüm zorluklara rağmen evlenmiş iki kişiydi onlar Nazım ve Piraye. Herkesin bildiği gibi, Nazım’ın Piraye’si. Yüreğine onca bekleyişi, birliktelikten doğan yalnızlığı sığdıran güçlü kadın. Evlilikleri gerçekleştikten sonra düzenleri oturmaya başlamıştı, Nazım İpek Film Stüdyosu’nda çalışıyordu. Dostlarla birlikte bol kahkahalı masalar, aşk evliliği, her şey sorunsuz ilerliyordu. Ve bir gece Nazım Hikmet Ran, tutuklandı. Nazım ile Piraye’nin on iki yıllık mektuplaşması, zorlu bekleyişleri ve özlemi başlamıştı. 1948 yılı başında, Nazım Hikmet Bursa Cezaevi’nde yatarken şiirler yazmaya devam ediyor, Piraye ise evde dikiş dikerek para kazanmaya çalışıyordu. Bu zamanlarda Piraye, Nazım’ı ziyarete gelemiyordu. Gel zaman git zaman dayısının kızı Münevver’in ziyaretleri Nazım’ı heyecanlandırmaya başlamıştı. Münevver’in sıklaşan ziyaretleri, ikili arasında tutkulu bir aşka dönüşmeye başlamıştı ancak Nazım da, Münevver de evliydi. Onu yıllarca bekleyen Piraye’ye ayrılık mektubu yazan Nazım Hikmet Ran şöyle diyordu Nazım Hikmet Fotoğraf Leblebi Tozu Piraye,Aramızdaki münasebetlerden birisi olan fakat zaten bilfiil çoktandır mevcut bulunmayan ve daha senelerce de mevcut olamayacağı anlaşılan karı kocalık münasebetimizi, kadın erkek münasebetimizi tasviye etmemiz, kesmemiz gerekiyor. Bunun icap ettiğini uzun muhakemelerden nefsimle yaptığım işkenceli müsahabelerden sonra anladım. Ve sana bir gün bile fazla yalan söylememek için bu münasebetin artık kesilmesi gerektiğini işte hemen yazıyorum. Sen yine benim en yakın insanımsın. En yakın dostum ve arkadaşımsın. Çocukların çocuklarımdır. Bu tarafımızda hiçbir şeyin değişmeyeceğine inanıyorum. Fakat artık karı kocalığımız devam edemez. Bu bağımızı bağlarımızdan ancak bir tanesi olan bu münasebetimizi kesmemiz lazım geliyor. Sana yolladığım bu mektupla beraber ben karı koca münasebetimizin kesilmesi için gereken yerlere müracaatımı da yapmış bulunacağım. Bütün bu olan biten şeye rağmen yakın iki insan olarak kalacağımızı biliyorum. Benim başım sıkıştığı zaman hapiste olayım, dışarda olayım yine sana koşacağım. Sen de öyle bana koşacaksın. Ömrümün en güzel senelerini, en iyi eserlerini sana borçluyum. Onlar manen ve maddeten senindir. Şimdilik Allaha ısmarladık. Beni affet bile demiyorum. Her şeye rağmen beni herkesten ziyade anlayacak olan insanın yine sen olduğuna eminim. Ellerinden öperim. Nazım Hikmet ve Münevver Fotoğraf En Son Haber Ancak beklediği gibi olmadı. Dayısının kızı Münevver, Nazım’ın aftan yararlanamayacağına inandığında eşiyle boşanmaktan vazgeçmişti. Nazım, artık yalnızdı. Kızıl saçlı kadını, Piraye’sini kaybetmişti. Piraye ise yoksulluk ve güvensizliğiyle savaşıyordu. Yıllarca Mavi Gözlü Dev’i beklemiş, ondan gelen tek şey olan, mektuplar ile yetinmeyi öğrenmişti. Nazım’ın ayrılığının sebebinin, başka bir kadın olduğunu biliyordu. Nazım büyük bir pişmanlık içindeydi. Piraye’nin derin bir yer bıraktığı Nazım, tekrardan Piraye ile olmak istiyordu ve ona mektuplar yazmaya başladı, şöyle diyordu Yeryüzünde hiçbir insan, hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır. Bütün bunlara rağmen gel. Sana “gel” diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam ne halt edeyim, öyleyim işte. Fakat gel. Ve benden nefret ederek, beni hor hakir görerek de olsa, beni bir daha yalnız bırakma! Piraye’den geri cevap alamıyordu. Nazım Hikmet Ran, bu dönemde açlık grevine girmişti. Piraye geri dönmezse intihar edeceğini söylüyordu. Ancak tekrardan özel bir izin alacağını düşünen Nazım Hikmet, dayısının kızı Münevver ile tekrar görüşmeye başlamıştı. Bu durumdan Piraye’nin de haberi vardı. İntihar tehditi üzerine, Piraye Nazım’ı hastaneye ziyarete gitmişti. Hastane odasında geçirdikleri zaman onlar için bir sondu. Çünkü kapıdan içeri giren Münevver, çıkan ise Piraye’ydi. Bir daha hiç eskisi gibi olamadılar. Piraye, Nazım’ı yıllarca beklemiş ve çok sevmişti. 1930’da başlayan aşk 1950’de noktalanmıştı. Geçen 20 yıl içinde, aşk, acı, tutuklanmalar, mapushane yılları hepsini barındırıyordu. Nazım’ın Piraye’si’ bir daha hiç evlenmedi. Geriye yalnızca yazılar, şiirler, mektuplar kalmıştı. Galina Nazım ve Galina Fotoğraf Nazım Hikmet, açlık grevi sonucunda 8 kilo vermiş, iki aya yakın hastanede kalmıştı. Böylelikle Nazım’ın on üç yıl süren esareti son bulmuş, Münevver’den bir oğlu meydana gelmişti. Piraye ile ise 23 Mart 1951’de boşanmışlardı. Münevver ile mutlulukları uzun sürmemişti. Nazım, kaçmaya karar vermişti. Tüm bunlar yaşanırken 1951’de vatandaşlıktan çıkarılmıştı. Nazımın üzüntülü yılları şimdi başlıyordu. Fiziksel olarak özgür olan Nazım’ın, yazıları, şiirleri memleketinde yayınlanmayacaktı. Bu, onun için bir esaretti. Birçok yer gezen Nazım Hikmet, göğüs ağrıları sebebiyle Barvikha Sanatoryumu’na yatırıldı. Böylelikle yeni bir aşka yelken açtı Galina. Hem doktoru hem hayat arkadaşı, sekiz yıllık bir birliktelik geçiren Galina ve Nazım hayatlarını birleştirdiler. Vera Nazım Hikmet ve Vera Fotoğraf Vatan Nazım Hikmet Ran, Moskova’ya gidişinden sonra tekrar aşık olmuştu. Üstelik aşık olduğu kadının, babasından altı yaş büyüktü. “Saçları saman sarısı, kirpikleri mavi, kırmızı dolgun dudaklı” dediği Vera’ya deliler gibi aşık olmuştu. Vera evliydi ve bir kız annesiydi. Nazım, karısı Münevver’i çok severken, Vera’ya aşık olmuştu. Birini severken başkasına aşık olunabilir miydi? Nazım olmuştu. Açıklama yapmak zorunda olduğu başka bir kadın daha vardı, yıllarını onunla geçirmiş Nazım’a aşık olan bir kadın, Galina. Nazım bunu Galina’ya açıklarken tüm varlığını resmi olarak Galina’ya bırakmıştı. Nazım ile Vera nikahsız bir törenle evlenmişti, Münevver’e ise Varşova’da ev ve iş bulunacaktı. Nazım Hikmet ve Vera ayrı dünyaların insanlarıydı. Farklı dillerde, farklı kültürleri benimsemişlerdi. İkili arasındaki tek ortak nokta aşktı. 3 Haziran 1963 sabahı Nazım hayata gözlerini yummuştu. Yıllarca onu bekleyen Piraye’ye değil de, aşık olduğu kadın Vera’ya yar olmuştu. Vera’ya kalan ise Nazım tarafından yazılmış bir şiir ve yalnızca ölümün ayırdığı bir aşk. Mavi Gözlü Dev şöyle diyordu “Gelsene dedi bana Kalsana dedi bana Gülsene dedi bana Ölsene dedi banaGeldimKaldımGüldümÖldüm” “Cenaze için hazırlanmış hareketsiz yüzünü anımsıyorum. Ölüm bozamamıştı onu. Sonra bir gölge düştü üstüne ansızın ve homurdandı yüzün. Burnunun ucu kıvrıldı ve sen yaşadığın zamankinden daha çok benzedin Türk’e. Sana baktım ve rahatsız eden şeyi anladım. Sessizce yalvarıyordum etraftakilere “Bitirin artık ne olur, acele edin görmüyor musun dayanamıyor” diyordum, ama kimse işitmiyordu beni. Havyarlı küçük sandviçler ikram ediyorlardı…” -Vera Kapak fotoğrafı En Son Haber İlginizi çekebilir Yarcan’dan Nazım Hikmet Şiirleri Oluşturulma Tarihi Ocak 15, 2016 1331Romantik komünist, tutkulu aşık, büyük şair ve yazar, vatanına hasret giden bir sürgün… Ama vazgeçemediği en önemli tutkusu kadınlar…Onlar olmasaydı yaşamı bu kadar heyecan verici, duygulu, anlamlı ve coşku dolu olabilir miydi ? Celile’si, Nüzhet’i, Piraye’si, Münevver’i, Galina’sı ve son eşi Vera’sıyla Nazım Hikmet’in yaşamına yön veren, onun sanatını besleyen, şiirlerine konu olan kadınları anlattık bu Ressam bir anne Celile HanımNazımın annesi Celile Hanım 1880 yılında Selanik’te dünyaya gelir. Evde özel öğrenim görerek yetiştirilen Celile, saray ressamı Fausto Zonaro’dan resim dersleri alır. Resim çalışmalarında kuşağının diğer kadın ressamları gibi portreler üstüne yoğunlaşır. 1900 yılında Şair Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Bey ile evlenir. İleride Türk şiirinin önemli isimlerinden birisi olacak ilk çocukları Nazım, 1901’de Selanik’te dünyaya Yahya Kemal ile yaşanan aşkCelile Hanım, şiddetli geçimsizlik nedeniyle 1917’de Hikmet Bey’den ayrılır; ancak Hikmet Bey’den ayrılmak üzere olduğu sırada tanıştığı ünlü şair Yahya Kemal ile büyük bir aşk yaşar; ne yazık ki bu ilişki arzu ettiği gibi evlilikle Hüsranla biten bir aşk hikayesiCelile Hikmet Hanım resimleriyle olduğu kadar güzelliği ile de tüm İstanbul’un diline destandır. İstanbul sosyetesinin en çok konuşulan kadınıdır. Oğlu Nazım’a ders vermek için evlerine gelen Yahya Kemel bu eşsiz güzelliğe tutulur; ancak Nazım’ın karşı çıkması ve Yahya Kemal’in evliliğe yanaşmaması üzerine Celile Hanım yurtdışına Hocasına meydan okuyan NazımAnnesiyle babasının boşanması Nazım’ı derinden etkiler. Şiir hocası Yahya Kemal’i bundan sorumlu tutar. Derse geldiği bir gün hocasının ceket cebine bir not bırakır Nazım. Edebiyat hocası Yahya Kemal’e bu notla adeta meydan okumaktadır genç şair “Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremeyeceksiniz.”5. Nazım’ın ilk aşkı NüzhetNazım ve Nüzhet aynı mahallede yetişmiş çocukluk arkadaşıdırlar ve Nüzhet, Nazım’ın ilk aşkıdır. 1921 yılında Moskova’da üniversitede öğrenciyken ani bir kararla evlenirler. Nüzhet’in ailesi bu evliliğe razı olmaz. Mektuplar yazarlar Moskova’ya; “Her sözüyle, her hareketiyle, her şeye isyan etmiş, hatta saçları bile berberin tarağına isyan etmiş bu adamla senin gibi munis ve uysal bir kız… geçinemezsiniz!” Kısa süren ilk evlilikAncak aşkla başlayan bu evlilik fazla uzun sürmez. İki yıllık birlikteliğin sonunda Nüzhet hastalanıp İstanbul’a döner ve ailesinin de etkisiyle Nazım’ı terk eder. Bu terk ediliş Nazım’a çok dokunur. Nüzhet’i uzun süre aklından Gövdemdeki KurtKıskançlık ve terk edilişin yol açtığı duygularla “Gövdemdeki Kurt” şiirini yazar şair; …Sen / benim / minare boyundaçam gövdeme / yumuşak beyaz /bir kurt gibi girdin / kemirdin / Yumuşak / beyaz / kıvrılışlarıyla /beynime giren kurdu / çürük bir dişçeker gibi söktüm / epeyce ter döktüm /bu sonuncuydu / bir daha olmayacak…8. PirayePiraye, Nazım’ın kız kardeşi Samiye’nin yakın arkadaşıdır. Kızıl saçlı, gösterişli, aydın görüşlü, kültürlü bir ortamda yetişmiş ve varlıklı bir aileye mensuptur. Ve Piraye aynı zamanda kocasından ayrılmış, bir erkek ve bir kız çocuğu sahibi dul bir Kızıl saçlı kadınNazım’ın Kadıköy’deki evlerine yapılan sık ziyaretler sırasında tanışıp aşık olurlar birbirlerine, ancak Nazım’ın o tarihlerde başlayan uzun hapis yılları nedeniyle araya ayrılıklar girer. Ama Nazım’ın hapis yıllarıyla başlayan bu uzun ayrılıklar, bağlılıklarını ve aşklarını daha da perçinler ve Nazım Türk şiirinin en güzel örneklerini oluşturan aşk şiirlerini hep bu “kızıl saçlı kadın” için 101 yıla mahkûm olsan bile ben senin arkandayım1935 yılında çıkan afla serbest kalan Nazım ve Piraye ve nihayet evlenirler. Ancak bu evlilik de politik baskılar, ekonomik sorunlar ve zorunlu ayrılık yılları nedeniyle kesintilere uğrar. Nazım’ın 1938 – 1948 yılları arasında hapishanede geçireceği yılların umutsuzluğunu, annesi ve dostlarının desteğinin yanı sıra Piraye’nin kısa ziyaretleri ve sevgisi azaltacaktır. Nazım umutsuzluğa kapıldığı uzun hapis yıllarında Piraye’ye kendisinden boşanmasını önerir. Piraye’nin cevabı “101 yıla mahkûm olsan bile ben senin arkandayım, bunu böyle bil… “ Cahit Uçuk ve Semiha BerksoyBu tutkulu sevda gün gelir heyecanını yitirir ve Nazım aradığı heyecanı başka ilişkilerde bulmaya çalışır. Tabii bu durum Piraye’nin gururunu incitir, kalbini kırar. Roman yazarı Cahit Uçuk ve opera sanatçısı Semiha Berksoy bu umutsuz günlerinde onun hayatına giren kadınlardandır. Sonuçta Piraye tüm bunlara anlayış göstermek ve affetmek zorunda kalacaktır Münevver HanımNazım’ın Münevver’le ilişkisi artık bardağı taşıran son damla olur. Münevver, Nazım’ın dayısının kızı olup Fransız asıllı bir anneden Sofya’da dünyaya gelmiştir. Münevver çocukluk arkadaşı olan Nazım’la, o hapiste iken önce mektuplaşarak daha sonra da ziyaretine giderek tekrar ilişki kurar. Bu durum Nazım’ın yıllar öncesine dayanan gençlik arzularını canlandırırken Piraye’ye karşı da suçluluk duymasına neden Rusya’ya kaçışla biten aşkNazım ve Münevver aşkı tam üç yıl 1948­51 sürer ve Nazım’ın Romanya üzerinden Rusya’ya kaçışıyla fiilen son bulur. Arkasında bırakıp gittiği Münevver’in aşkı ve sevemediği öz oğlu Mehmet’in hasreti vardır. Ancak Münevver’e olan hasreti Nazım’ın yeni yaşamında, yeni ilişkiler kurmasına engel Galina1952 Yılında tanıştığı Galina adlı genç bir Rus doktor Nazım için yeni bir aşkın başlangıcı olur. Galina Nazım’ın doktoru, hayat arkadaşı, evdeki yoldaşı, sağlık danışmanı, yediğini-içtiğini, tüm yaşamını denetleyen yardımcısı, yurt dışına birlikte gittiği eşi ve diğer yandan da Rusya adına onu kontrol eden devlet görevlisidir. Nazım, Galina’ya aşk şiirleri yazmasa da en uzun ilişkisini onunla VeraAncak Galina ile yaşayan, Münevver’i özleyen Nazım’ı yeni bir aşk beklemektedir. 1955 yılı sonlarında bir tesadüf eseri Vera’yla tanışır. Ancak o zaman şairin bilmediği şey Vera’nın evli ve bir kız çocuğu annesi olduğudur. Bu yıldırım aşk Nazım’ı tekrar canlandırır, onun yaşama bağlılığını, coşkusunu geri getirir. Sonuçta Vera’ya kocasından boşanarak birlikte yaşamaları konusunda baskı yapmaya, onu kıskanmaya Son Kadın “Saman Sarısı”Nazım’ın “Saçları saman sarısı, kirpikleri mavi, kırmızı dolgun dudaklı” diye 1961 de yazdığı “Saman sarısı” şiiri ile ölümsüzleştirdiği kadındır Vera. Kendinden otuz yaş daha küçük Vera’nın aşkı Nazım’ın başını döndürür. Artık yeni aşk şiirlerinin ilham kaynağı bu genç sevgili olur. 1960 yılı başında nihayet beklenen olur. Nazım’ın Galina ile olan sekiz yıllık uzun beraberliği boşanmayla sonuçlanır. Vera da uzun ve bunalımlı yıllar sonrası kocasından ayrılmayı başarır. İlk tanıştığı andan itibaren aşık olduğu Vera’ya kavuşur sonunda Nazım, yani muradına erer ve Vera’nın gönlüne girmeyi başarır. Nazım bundan sonraki aşk şiirlerini artık Vera için dedi banaKalsana dedi banaGülsene dedi banaÖlsene dedi banaGeldim,Kaldım,Güldüm,Öldüm…tarafından hazırlanmıştır...

nazım hikmet gelsene dedi bana hikayesi