U6Gm.
eğitimde öncü olmuş bir kişinin hayat hikayesi Kayıtsız Üye eğitimde öncü olmuş bir kişinin hayat hikayesini verirmisinizCevap eğitimde öncü olmuş bir kişinin hayat hikayesi Menekşe Topluma öncü olmuş bir insanın hayat hikayesi Her toplumun içinde o toplum için önemli olan, başarıları ile fikirleri ile o topluma önderlik edecek bir çok insan vardır. Cumhuriyet Döneminde Topluma Önderlik yapan en önemli kişi Mustafa Kemal ATATÜRK’tür. İsimsizsevda olarak bugün sizlere Topluma Öncü Olmuş Kişilerin Hayat Hikayelerine Kısa birer örnek sunacağız. Topluma Örnek Olmuş Kişilerin Hayat Hikayeleri Sakıp Sabancı Sakıp Sabancı 7 Nisan 1933 – 10 Nisan 2004, Türk işadamı, Sabancı Holding eski yönetim kurulu başkanı. 2004 yılında Amerikan iş dergisi Forbes’in milyarderler listesinde 147. sırayı almıştır. Renkli ve enerjik kişiliği ile de tanınan Sabancı, halka yakın tavırlarıyla Sakıp Ağa lâkabını kazanmıştır. Hayatı 7 Nisan 1933 tarihinde, pamuk tâciri Hacı Ömer Sabancı 1906 – 1966 ve Sadıka Sabancı’nın 1910 – 1988 ikinci çocuğu olarak Kayseri’nin Akçakaya köyünde doğdu. Küçük yaşta Adana’ya göç ettiler. Çocukluğunu Adana’da geçirdi. İlkokulu Adana İsmet İnönü İlköğretim Okulu’nda okudu. 1948 yılında lise öğrenimini yarıda bırakarak Akbank’ta stajyermemur olarak çalışmaya başladı. 1950′de ailesiyle beraber İstanbul Emirgan’da bulunan Atlı Köşk’e taşındı. 1957 yılında teyzesinin kızı Türkan Civelek ile evlendi. 1966 yılında, babasının vefatı üzerine kurulan Sabancı Holding’in yönetim kurulu başkanlığına getirildi. Annesi ve kardeşleri ile birlikte Hacı Ömer Sabancı Vakfı’nın kurulmasına öncülük etti. Bu vakıf aracılığı ile 1999′da Türkiye’nin ilk vakıf üniversitelerinden biri olan Sabancı Üniversitesi’ni kurdu. Yardımsever ve hayırsever kişiliği ile tanınmıştır. Adana’ya Türkiye’nin en büyük camilerinden birini yaptırdı. Sayısız okul ve hastane yaptırdı. Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sakıp Sabancı, tedavi gördüğü Amerikan Hastanesi’nde 10 Nisan günü sabaha karşı saat sıralarında hayatını kaybetti. 71’inci yaşını iki gün önce hastanede kutlayan Sabancı’nın ölüm nedeni “böbrek tümörünün karaciğere atlaması” olarak açıklandı. Sabancı’nın ölümü, bütün Türkiye’de büyük üzüntü yarattı. 12 Nisan günü Sakıp Sabancı, Sabancı Center’da düzenlenen Devlet Töreninin ardından yaklaşık kişinin katıldığı cenaze töreniyle Zincirlikuyu Mezarlığı’nda gözyaşlarıyla toprağa verildi. Ödülleri ve nişanları Dünyanın başarılı işadamlarına verilen “Altın Merküri” ödülü 1979 Belçika Prensi’nin Atlı Köşk’te takdim ettiği “Belçika Kraliyet Nişanı” 1987 Japon hükümeti tarafından takdim edilen “Kutsal Hazine Altın ve Gümüş Yıldız Nişanı” 1992 Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı tarafından takdim edilen “Devlet Üstün Hizmet Madalyası” 1997 İsviçre-Zürih’teki Avrupa Ekonomi Enstitüsü tarafından takdim edilen “Avrupa Kristal DünyaÖdülü” 1997sass Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’nın takdim ettiği “Kültür ve Sanat Büyük Ödülü” 1999 New York’taki FABSIT Vakfı tarafından verilen “Yılın İşadamı” ödülü 1999 Fransız Hükümeti tarafından takdim edilen “Légion d’honneur Madalyası” 2001 GYTE tarafından verilen “Türk Sanayiine Teknoloji ve Kalite Kazandıran İşadamı” Onursal doktoralar 1984 Anadolu Üniversitesi, Eskişehir 1986 University of New Hampshire, New Hampshire, ABD 1992 Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul 1993 Erciyes Üniversitesi, Kayseri 1997 18 Mart Üniversitesi, Çanakkale Mimar Sinan Üniversitesi, İstanbulGirne Amerikan Üniversitesi, Girne, KKTCTrakya Üniversitesi, Edirneİstanbul Üniversitesi, İstanbul 1998 Southeastern University, Washington ABD 1999 Çukurova Üniversitesi, Adana 2002 Kırıkkale Üniversitesi, Kırıkkale Kitapları İşte Hayatım 1985 Para Başarının Mükafatıdır 1985 Gönül Galerimden 1988 Rusya’dan Amerika’ya 1989 Ücret Pazarlığı mı ? – Koyun Pazarlığı mı ? 1990 Değişen ve Gelişen Türkiye 1991 Daha Fazla İş Daha Fazla Aş 1993 Doğu Anadolu Raporu 1995 Başarı Şimdi Aslanın Ağzında 1998 Hayat Bazen Tatlıdır 2001 Sakıpname 2002 Bıraktığım yerden Hayatım; Her Şeyin Başı Sağlık; Topluma Örnek Olmuş Kişilerin Hayatları Hayrettin Karaca Hayrettin Karaca, 1926′da İstanbul’un güneyinde, Marmara denizi kıyısındaki Bandırma ilçesinde doğdu. Babası Hocazade Halil Efendi, annesi ZehraHanım olup her ikiside Kırım muhaciri idi. Liseyi bitirdikten sonra ailesinin triko-örme işinin başına geçip, onu ülkenin en başarılı sanayi kuruluşlarından biri haline getirdi. Karaca firması Türkiye’de ihracatın liderliğini yapmış, üstelik bunu diğer kuruluşlardan neredeyse 20 yıl önce gerçekleştirmiştir. Hayrettin Bey şöyle der “Ben sanayici olmak istemiyordum. İstediğim edebiyatla ilgilenip kalan zamanımı doğayla iç içe geçirmekti. Fakat o günlerde babamıza karşı çıkmak söz konusu değildi.” Ellili yaşlarında, Türkiye’nin ilk özel arboretumunu kurdu. Yurtiçi ve yurtdışında gezdiği her yerden tohumlar topladı, botanik bahçelerini gezdi, bağlantılar kurdu. Bugün Yalova’daki Karaca Arboretum, dünyanın her yerindeki botanikçiler tarafından bilinmektedir. Yılda iki kez yayınlanan Arboretum Magazin’i bilimadamlarının araştırma ve görüşlerinin yayınlandığı bir forumdur. türü barındıran arboretum aynı zamanda ülkenin tehlikedeki türleri için bir gen koruma merkezidir. Hanoover Üniversitesi’nden Ekoloji profesörü Franz H. Meyer Hayrettin Karaca’dan “Şimdiye kadar hiç böylesine kişisel çıkar gütmeden, kendini insanlığın yararına çalışmaya adamış birine rastlamadım.”diye TEMA vakfının kurucularındandır. Doğal hayatla ilgilenmeye, özellikle ağaç dikim çalışmalarına devam etmektedir. Ödüller Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Fakültesi tarafından Fahri Doktora 1990 Birleşmiş Milletler Çevre Programının Global 500 Roll of Honour’ mükafatı 1992 Çevre Bakanlığı tarafından “Çevre Beratı” 1992 Uluslararası Olimpiyat Komitesi tarafından verilen’Çevre Mükafatı 1993 Uluslararası Lions Club tarafından Melvin Jones Fellow Mükafatı 1994 Çevre Bakanlığı tarafından “Üstün Hizmet” mükafatı 1994 ODTÜ tarafından Felsefe Onur Doktorası’ 1995 Ege Üniversitesi “Fahri Doktora”sı 1995 Milli Olimpiyat Komitesi “Fair Play” mükafatı 1996 Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı “Hoşgörü Mükafatı” 1996 Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı tarafından “Şeref Üyeliği Beratı” 1997 Kırıkkale Üniversitesi ilk Fahri Doktora unvanı 1997 Cumhurbaşkanlığı Büyük Kültür ve Sanat mükafatı 1997 ÇEVRETED tarafından “Çevreted 97 Onur Mükafatı” 1997 Çanakkale 18 Mart Üniversitesi “2000 Yılının Öncüleri” mükafatı 1998 Genç Hukukçular Derneği tarafından “Yılın Yurttaşı”mükafatı 1998 Türkiye Çocuk Dergisi tarafından Babalar günü nedeniyle “Toprak Baba” unvanı 1998 Anadolu Üniversitesi Fahri Doktora Mükafatı 1998 BİLSES Vakfı “Çevre Mükafatı” 1998 Ankara Çankaya İzci Grubu tarafından “Yılın Doğa Dostu” Mükafatı 1998 Ankara Gazeteciler Cemiyeti tarafından “Yılın Adamı” Mükafatı 1999 Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı tarafından “1998 Türk Dünyasına Hizmet Mükafatı” 1999 almıştır
Sorular Eğitim bilim alanında topluma örnek olmuş bir kişinin çocukluğu çoook önemli ödev! CEVAPLA CEVAPLAR Hızlı Zelalari yani adı ne? Eınstein verilebilir Aynştayn Hayatı Çocukluğu Buluşları Einstein 1879 yılında Güney Almanya ’nın Ulm kentinde dünyaya geldi. Babası küçük bir elektrokimya fabrikasının sahibi; annesi ise, klasik müziğe meraklı, eğitimli bir ev hanımıydı. Konuşmaya geç başlaması ve içine kapanık bir çocuk olması, ailesini tedirginliğe düşürmüşse de, sonraki yıllarda bu korkularının gereksizliği anlaşılacaktı. Giderek meraklı, hayal gücü zengin bir çocuk olarak büyüyordu. Einstein 14 Yaşında, 1893 Okulu hiçbir zaman sevemedi. Gerçekten de, genç Einstein’ın ileride ortaya çıkacak dehasının temelleri, kendisinin de sonradan belirttiği gibi, okulda değil başka yerlerde atılmıştı “Çocukluğumda yaşadığım iki önemli olayı unutamam. Biri, beş yaşında iken amcamın armağanı pusulada bulduğum gizem; diğeri on iki yaşındayken tanıştığım Öklid bu geometrinin büyüsüne kapılmayan bir kimsenin, ileride kuramsal bilimde parlak bir atılım yapabileceği hiç beklenmemelidir!” Lise öğrenimini 1894′te İsviçre’de tamamladı ve 1896′da Zürih Politeknik Enstitüsü’ne ETH girdi. Einstein, Sırp asıllı Mileva Maric adlı bir fizik öğrencisi ile evlendi. Mileva, Einstein’nın 1905′te çıkardığı araştırmanın matematik hesaplarında yardımcı olmuştur. 1955′te hayata gözlerini yumana kadar bilim dünyasına çok şey kattı. 1916′da yayımladığı “Genel Görelilik Kuramı“, 1921′de “fotoelektrik etki ve kuramsal fizik” alanında çalışmalarıyla aldığı Nobel Fizik Ödülü, dahinin en önemli başarılarından sadece ikisi ya bilinmeyen dünyası… Bern’de federal patent dairesinde görev aldı. Bu görevden arta kalan zamanlarda çağdaş fizikte ortaya atılmaya başlanan problemler üzerinde düşünme fırsatı buldu. Önce atomun yapısı ve Max Planck’ın kuantum teorisi ile ilgilendi. Brown hareketine ihtimaller hesabını uygulayarak bunun teorisini kurdu vedeğerini hesaplayarak teorisini test etti. Kuantum teorisinin önemini ilk anlayan fizikçilerden birisi oldu ve bunu ışıma enerj Avogadro sayısının isine uyguladı. Bu da onun, ışık tanecikleri veya fotonlar hipotezini kurmasını ve fotoelektrik olayını açıklayabilmesini sağladı. 1905 yılında “Annalen der Physik” dergisinde bu çalışmalarını açıklayan iki yazısından başka, üçüncü bir yazısı daha çıktı ve bu yazıda görecelik teorisinin temelini attı. Teorileri sert tartışmalara yol açtı. 1909′da Zürih Üniversitesi’nde öğretim görevlisi oldu. Prag’da bir yıl kaldıktan sonra, Zürih Politeknik Enstitüsü’nde profesör oldu. 1913′de Berlin Kaiser-Wilhelm Enstitüsü’nde ders verdi ve Prusya Bilimler akademisine üye seçildi. Bir bilim adamı olarak 1. Dünya Savaşı’nda tarafsız kaldı. İlk eşinden Hans ve Eduard isminde iki erkek çocuk sahibi olan bilim adamını 1914 yılında eşi terk etti. 1. Dünya Savaşı nedeniyle yiyecek kıtlığı sırasında mide ağrıları çeken bilim adamına kuzeni Elsa bakmış ve ikinci defa kuzeni Elsa ile evlenmiştir. Einstein Viyana’da ders verirken.1921 Birçok özlü inceleme yazısı yayımladı ve bunlarda teorilerini geliştirdi. 1921′de Nobel Fizik Ödülü’nü kazandı. Yabancı ülkelere birçok gezi yapmakla birlikte 1933′e kadar Berlin’de yaşadı. Almanya’da yönetime gelen Nasyonal Sosyalist Nazi rejimin ırkçı tutumu dolayısıyla, pek çok Musevi asıllı bilim adamı gibi o da Almanya’dan ayrıldı. Einstein, İsrail’li diplomat ve politikacı Abba Eban’la birlikte. Paris’te College de France’ta ders verdi; burdan Belçika’ya oradan da İngiltere’ye geçti. Son olarak Amerika Birleşik Devletleri’ne giderek Princeton Üniversitesi kampüsünde etkinlik gösteren Institute for Advanced Study’de İleri Araştırma Enstitüsü profesör oldu. 1940 yılında Amerikan yurttaşlığına geçti. Küçük oğlu Eduard akıl hastalığı nedeni ile Zürih yakınlarında bir bakım evinde hayatını geçirmiş; büyük oğlu Hans, babası ve annesinin karşılaştığı Zürih Polytecnic’te mühendislik okumuş ve daha sonra University of California, Berkley’de profesörlük yapmıştır. 1955′de Princeton’da ölmüştür; oğlu Hans yanında bulunmuştur. Üvey kızı Margot Einstein, bilim adamının kişisel mektuplarını özenle herkesten saklamış ve kendisinin ölümunden 20 yıl sonra daha saklı kalmasını vasiyet etmisti. Günümüzde Princeton Üniversitesi tarafından basılan bu mektuplar bilim adamının gizli kalmış özel yaşamı hakkında ilginç bilgiler sunmaktaydı. Aynştaynın Buluşları Buluşları Einstein’ın gazetecilere dil çıkarması Einstein’ın fizik alanındaki çalışmaları modern bilimi büyük ölçüde etkiledi. Bu teori üç bölüme ayrılır 1. Newton mekaniğinin uygulanabildiği alanı kısıtlayan ve kütle ile enerjinin eşdeğerli olduğunu öne süren Özel Görelilik 1905; 2. Eğrisel ve sonlu olarak düşünülen dört boyutlu bir evrene ait çekim teorisini veren Genel Görelilik 1916; 3. Elektro-manyetizma ve yerçekimini aynı alanda birleştiren daha geniş kapsamlı teori denemeleri. Eğitim kategorisindeki diğer sorular
45 yaşındaki Vedat Çalışkan’ın organlarının 8 kişiye hayat olmasının ardından organ bağışı konusu yeniden gündeme geldi. Organ bağışının sevindirici olduğunu ve bunu topluma örnek olacak görevli bir imam tarafından yapılmasının ise ayrı bir sevinç olduğunu ifade eden Kastamonu Devlet Hastanesi Başhekimi Op. Dr. Hasan Serdar Bozkurt, “Tüm dünyada ve Türkiye'de organ nakli bekleyen çok sayıda hasta var. Bu sayı da her gün gitgide artmaktadır. Vedat Çalışkan’ın organlarının din görevlisi kardeşi tarafından bağışlanması topluma güzel bir mesaj oldu. İnşallah bunun devamı gelir” diye konuştu. Ülkemizde aile yapısının güçlü olması ve birbirlerine bağlı olunması nedeniyle bugüne kadar nakillerin büyük bir çoğunluğunun aile içinden canlı vericilerden sağlandığını hatırlatan Başhekim Bozkurt, “Ama ideal olanı kadavradan veya tıbben beyin ölümü gerçekleşmiş hastalardan olan nakillerdir” dedi. Organ bağışı yapmanın sakıncalı olmadığı konusunda halkın bilinçlenmesi gerektiğini söyleyen Bozkurt, “Biz de burada hastanemizde yaklaşık 1 hafta öncesinde ateşli silah yaralanması sebebiyle yoğun bakımımızda takibimizde olan hastamızın tıbben beyin ölümünün gerçekleştiğine arkadaşlarımız kanaat getirdikten sonra hasta yakınlarıyla diyaloga geçildi. Hasta yakınlarının da duyarlılığı sebebiyle vefat eden hastamız Vedat Çalışkan’ın bütün organlarını bağışlamak istediklerini belirtti. Hastamızın, kalp, akciğer, karaciğer ve iki böbreği Ankara’dan gelen bir ekip tarafından nakil edilmek üzere ihtiyacı olan hastalara transportu sağlandı” diye konuştu. “BİR KİŞİ 8 KİŞİYE HAYAT OLDU” Vefat eden hastanın organlarının birçok hastaya umut ışığı olduğunu da ifade eden Bozkurt, şunları kaydetti “Burada üzüntümüz bir hastamızın hayatını kaybediyor olması. Ancak diğer taraftan baktığımızda bir kişi 8 kişiye hayat oldu. Onların hayata yeniden tutulmasına vesile oldu. Başımıza böyle bir olay gelmeden, ihtiyacımız olmadan hep hasta olduğumuzda böyle bir bağışın önemini fark ediyoruz ama bir gün organ nakli bize de gerekebilir. Hepimize gerekebilir. Hasta olmadan organ bağışı konusunda hepimiz çok duyarlı olmamız gerekiyor. Bu konuda da bilinçli olmalıyız. Organ bağışı hayat kurtarır.” “ORGAN BAĞIŞLAMAK CAİZDİR” Beyin ölümü gerçekleşen Vedat Çalışkan’ın organları din görevlisi kardeşi, organ bağışlamak caizdir’ diyerek 8 hastaya nakledilmişti. 45 yaşındaki Vedat Çalışkan’ın, bir hafta önce ateşli silah yaralanması sonucu 112 Acil Sağlık ekiplerince Kastamonu Devlet Hastanesine kaldırılarak yoğun bakımda tedavisine başlandı. Burada yapılan tüm müdahalelere rağmen beyin ölümü gerçekleşen Vedat Çalışkan’ın yakınları organları bağışlama kararı aldı. Bunun üzerine Ankara’dan gelen ekiplerce, operasyonla alınan Çalışkan’ın kalbi, karaciğeri, iki böbreği, akciğeri ve korneaları Sağlık Bakanlığına ait ambulans uçak ve helikopterle Ankara ve İstanbul’daki çeşitli hastanelerde nakil bekleyen 8 hastaya ulaştırıldı. Tosya’da İlçe Halk Kütüphanesinde görev yapan Vedat Çalışkan’ın kardeşi İsmail Çalışkan, abisinin vefat ettiğini belirterek, “Bizim acımızın tarifi yok. Hayata tutunma adına bizler çok çaresizlikler yaşadık. Bizim çaresizliğimiz, başkalarının çaresizliğine hayat ışığı olsun istedik. Ailece bir karar aldık ve abimin organlarını bağışlamak istedik. Başkalarına hayat vesilesi olsun istedik. En azından bu vesileyle abimin organlarının başka insanlarda yaşadığını düşünmek yanan kalbimizi bir nebze olsun serinletir diye düşündük. Hem de o insanların hayır duasını alırız düşüncesiyle ailecek böyle bir karar aldık” dedi. Ankara’da din görevlisi olarak görev yaptığını belirten kardeşi Serdar Şenovalı ise, “Bu dünyada herkes bir derman arıyor. Derdin dermanını veren Rabbim de birilerini vesile kılıyor. Onun için belki de bizim abimiz, bizim canparemiz birilerine vesile olup onların dermanı oldu” şeklinde konuştu. Haber Merkezi Güncelleme Tarihi 01 Haziran 2019, 1017
misafir - 6 yıl önce Sadece Hindistan ve Pakistan toplumlarına değil tüm insanlığa örnek olmuş bir kişinin çocukluğunda, ölene kadar olan hayatını sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu kişi Mahatma Gandi'dir. Tüm hayatını anlatan bu makale tamamiyle wikipedia adlı siteden alınmıştır. Arkadaşlarımız bu anlamda hem aradıkları konu hakkında bilgiye ulaşmış olurlar hemde Gandi gibi mükemmel bir insanı yakından tanıma şerefine nail olmalarına isterim. Tüm dünyaya örnek olmuş, gerçek bir hümanist Mahatma Gandi'nin yaşamı Mahatma Gandi 2 Ekim 1869 günü Porbandar'da bir Hindu Modh ailesinin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Babası Karamçand Gandi, Porbandar'ın diwanı yani başveziriydi. Annesi Putlibai, babasının dördüncü eşi ve Pranami Vaişnava mezhebinden bir Hinduydu. Karamçand'ın ilk iki eşi birer kız çocuk doğurduktan sonra bilinmeyen bir nedenle ölmüşlerdir. Dindar bir anne ile geçirdiği çocukluk döneminde çevresinde Gucarat'ın Caynu etkileriyle Gandi canlılara zarar vermeme, etyemezlik, kişisel arınma için oruç tutma ve farklı inanç ve kast üyeleri arasında karşılıklı tolerans gibi öğretileri öğrenmiştir. Doğuştan vaişya ya da çalışanlar kastına mensuptur. Mayıs 1883'de, 13 yaşındayken, ailesinin isteğiyle yine 13 yaşındaki Kasturba Makhanji ile evlendi. İlki bebekken ölen beş çocukları oldu; Harilal 1888'de, Manilal 1892'de, Ramdas 1897'de ve Devdas 1900'de doğdu. Gandi gençliğinde Porbandar ve Rajkot'ta ortalama bir öğrenciydi. Bhavnagar'da bulunan Samaldas Kolejine giriş sınavını kılpayı kazandı. Ailesi avukat olmasını istediği için kolejde de mutsuzdu. 18 yaşında 4 Eylül 1888'de Gandi avukat olmak için hukuk okumak üzere University College London'a girdi. İmparatorluk başkenti Londra'da geçirdiği zaman içinde, etten, alkolden ve seksten uzak durma gibi Hindu kurallarına uyacağına dair, Caynu keşiş Becharji'nin önünde annesine verdiği sözün etkisinde kalmıştır. Her ne kadar örneğin dans dersleri alarak İngiliz geleneklerini denemeye çalıştıysa da evsahibinin koyun etinden yaptığı yemekleri yiyemiyor, yine evsahibinin gösterdiği Londra'nın birkaç etyemez lokantasından birinde yemek yiyordu. Yalnızca annesinin isteklerine körükörüne uymak yerine, etyemezlik üzerine yazılar okuyarak, entelektüel olarak da bu felsefeyi benimsedi. Etyemezler Derneği'ne katıldı, yönetim kuruluna seçildi ve bir şubesini kurdu. Daha sonra, dernek örgütleme deneyimini burada kazandığını söylemiştir. Karşılaştığı etyemezlerin bazıları, 1875 yılında evrensel kardeşliğin tesisi için kurulmuş olan ve kendilerini Budist ve Hindu edebiyatını araştırmaya adamış olan Teosofi Derneği'ne üyeydi. Bunlar Gandi'yi Bhagavadgita 'yı okuması için teşvik etti. Daha önce din konularına özel bir ilgi göstermemiş olan Gandi Hinduizm, Hıristiyanlık, Budizm, İslam ve diğer dinlerin kutsal metinleriyle bunlar hakkında yazılan eserleri okudu. İngiltere ve Galler barosuna girdikten sonra Hindistan'a döndü ama Bombay'da avukatlık yaparken çok başarılı olamadı. Daha sonra lise öğretmeni olarak işe başvurup başarılı olamayınca Rajkot'a geri döndü ve arzuhalcilik yapmaya başladı ancak bir Britanya subayı ile düştüğü anlaşmazlık sonucu bu işi de kapatmak zorunda kaldı. Otobiyografisinde bu olaydan ağabeyinin yararına yaptığı başarısız bir lobicilik girişimi olarak sözeder. O zamanlar Britanya İmparatorluğu'nun bir parçası olan Güney Afrika'da Natal eyaletinde bir Hindistan firmasının önerdiği bir yıllık işi 1893'te bu şartlar altındayken kabul etti. Gandi 1895 yılında Londra'ya döndüğünde radikal görüşlü Sömürgeler Bakanı Joseph Chamberlain ile tanıştı. Daha sonraları bu bakanın oğlu Neville Chamberlain 1930'larda Büyük Britanya Başbakanı olacak ve Gandi'yi durdurmaya çalışacaktı. Joseph Chamberlain Hintlilere barbarca yaklaşıldığını kabul etmesine rağmen bu durumu düzeltecek herhangi bir yasa değişikliğine gitmeye pek istekli değildi. Gandi, Güney Afrika'da Hintlilere uygulanan ayrımcılığa maruz kaldı. İlk olarak elinde birinci mevki bileti olmasına rağmen üçüncü mevkiye geçmediği için Pietermaritzburg'da trenden atıldı. Daha sonra yoluna at arabası ile devam ederken, Avrupalı bir yolcuya yer açmak için arabanın dışında basamak üzerinde yolculuk etmeyi reddettiği için sürücü tarafından dövüldü. Yolculuğu esnasında bazı otellere alınmamak gibi çeşitli zorluklarla karşı karşıya kaldı. Benzer diğer olaylardan birinde bir Durban mahkemesi yargıcı türbanını çıkarmasını emrettiğinde buna karşı çıktı. Sosyal haksızlıklar karşısında uyanmasına neden olan bu olaylar hayatında bir dönüm noktası olmuş ve daha sonraki sosyal eylemciliğine temel oluşturmuştur. Güney Afrika'da Hintlilerin maruz kaldığı ırkçılık, önyargı ve haksızlıklara doğrudan tanık olmuş ve halkının Britanya İmparatorluğu içindeki yeri ile kendisinin topluluk içindeki yerini sorgulamaya başlamıştır. Gandi, Hintlilerin oy kullanmasını engelleyen bir yasa tasarısına Hintlilerin karşı çıkmasına yardım etmek için buradaki kalış süresini uzattı. Yasanın çıkmasını engelleyemese de kampanyası Güney Afrika'da Hintlilerin yaşadığı sorunlara dikkati çekme yönünden başarılı olmuştur. 1894'te Natal Hint Kongresi'ni kurdu ve bu örgütü kullanarak Güney Afrika'da bulunan Hintli topluluğunu ortak bir siyasi gücün arkasında toplayabildi. Ocak 1897'de Hindistan'a yaptığı kısa bir gezinin ardından Güney Afrika'ya dönen Gandi'ye saldıran bir grup beyaz onu linç etmek istedi. Daha sonraki kampanyalarını şekillendirecek olan kişisel değerlerinin ilk tezahürlerinden biri olan bu olayda şahsına karşı yapılan yanlışları mahkeme karşısına getirmeme ilkesini öne sürerek kendisine saldıranlar hakkında suç duyurusunda bulunmayı reddetti. 1906 yılında Transvaal hükümeti sömürgenin Hintli nüfusunu zorla kayıt altına almayı gerektiren bir yasayı kabul etti. Aynı yıl 11 Eylül'de Johannesburg'da yapılan toplu gösteri sırasında hâlâ gelişmekte olan satyagraha gerçeğe bağlılık ya da pasif protesto yöntemini ilk defa olarak uygulamaya başladı ve Hintli yandaşlarına şiddet ile karşı çıkmak yerine yeni yasaya karşı çıkıp bunun sonuçlarına katlanmaları yönünde çağrıda bulundu. Bu öneri kabul edildi ve yedi yıl süren mücadelede grev yapmak, kayıt olmayı reddetmek, kayıt kartlarını yakmak gibi çeşitli şiddet içermeyen başkaldırılar nedeniyle aralarında Gandi'nin de bulunduğu binlerce Hintli hapsedildi, kırbaçlandı ve hatta vuruldu. Her ne kadar hükümet Hintli protestocuları bastırmak konusunda başarılı olmuş olsa da barışçıl Hintli protestoculara Güney Afrika hükümetinin uyguladığı ağır yöntemlerin kamuoyunda oluşturduğu itiraz sonucunda Güney Afrikalı general Jan Christiaan Smuts, Gandi ile bir uzlaşmaya gitmek zorunda kalmıştır. Bu mücadele sırasında Gandi'nin fikirleri şekillendi ve Satyagraha kavramı olgunlaştı. Gandi, 1915'te Güney Afrika'dan Hindistan'a geri döndü. Hindistan Ulusal Kongresi'nin toplantılarında konuşmalar yaptı ama asıl olarak Hint halkı, siyaset ve diğer sorunlar üzerinde düşünmeye o zamanlar Kongre Partisi'nin önemli liderlerinden olan Gopal Krişna Gokhale tarafından teşvik edildi. Gandi ilk önemli başarılarını 1918 yılında Çamparan karışıklığı ve Kheda Satyagraha sırasında elde etmiştir. Çoğunluğu Britanyalı olan toprak sahiplerinin milis kuvvetleri tarafından baskı altında tutulan köylüler aşırı yoksulluk içindeydi. Köyler son derece pisti ve hijyenik değildi. Alkolizm, kast sistemi nedeniyle yapılan ayrımcılık ve kadınlara karşı uygulanan ayrımcılık çok yaygındı. Yıkıcı bir kıtlık olmasına rağmen Britanyalılar giderek artan yeni vergiler koymakta ısrarcıydı. Durum ümitsizdi. Gucarat'ta Kheda'da sorun aynıydı. Gandi kendisini uzun zamandır destekleyenlerle ve bölgeden yeni gönüllülerle burada bir aşram kurdu. Kötü yaşam koşulları, çekilen acılar ve uygulanan vahşet köylerin detaylı olarak incelenmesiyle kayıt altına alındı. Köylülerin güvenini kazanarak buraların temizlenmesine, okullar ve hastaneler kurulmasına öncülük etti. Köy liderlerini yukarıda belirtilen toplumsal sorunları ortadan kaldırmaları için cesaretlendirdi. Ama asıl etki, polis tarafından huzursuzluk yaratma nedeniyle tutuklanıp eyaleti terketmesi istendiğinde başgösterdi. Yüzbinlerce insan hapisane, karakol ve mahkemelerin önünde protesto gösterilerinde bulunarak Gandi'nin salınmasını istedi. Mahkeme isteksizce Gandi'yi salmak zorunda kaldı. Gandi toprak sahiplerine karşı protestolar ve grevler düzenledi. Britanya hükümetinin yönlendirmesiyle toprak sahipleri bölgenin yoksul köylülerine daha fazla yardım edeceklerine, ürettiklerini tüketebileceklerine ve kıtlık bitene kadar vergileri kaldıracaklarına dair bir antlaşma imzaladı. Bu karışıklık sırasında insanlar Gandi'ye Bapu Baba ve Mahatma Yüce Ruh demeye başladı. Kheda'da, Sardar Patel Britanyalılarla yapılan pazarlıklarda köylüleri temsil etti. Pazarlıklar sonrasında vergiler askıya alındı ve tüm tutuklular salıverildi. Bunun sonucunda Gandi'nin ünü tüm ülkeye yayıldı. İş birliği yapmama ve barışçıl karşı koyma Gandi'nin haksızlığa karşı "silahlarıydı". Pencap'ta Britanya birliklerinin sivilleri öldürdüğü Jallianwala Bagh ya da Amritsar katliamı ülkede giderek artan kızgınlığa ve şiddet olaylarına neden olmuştu. Gandi hem Britanyalıları hem de onlara karşı misilleme yapan Hintlileri eleştirdi. Britanyalı sivil kurbanlara başsağlığı dileyen ve isyanları kınayan açıklamayı kaleme aldı. Parti içinde önce karşı çıkılsa da Gandi'nin her türlü şiddetin kötü olduğu dolayısıyla da haksız olduğunu ilkesini savunduğu duygusal konuşmasından sonra kabul edildi. Ancak katliamdan ve bunu izleyen şiddetten sonra Gandi, kendi kendini yönetme ve tüm Hindistan hükümet kuruluşlarının yönetimini ele geçirme fikri üzerinde yoğunlaştı. Bunun sonucunda tam kişisel, tinsel ve siyasal bağımsızlık anlamına gelen Swaraj olgunlaştı. Aralık 1921'de Gandi Hindistan Ulusal Kongresi'nde yürütme yetkisine sahip oldu. Liderliği altında Kongre amacı Swaraj olan yeni bir anayasa altında örgütlendi. Giriş ücreti ödeyen herkes partiye kabul edilmeye başlandı. Disiplini artırmak için bir dizi komite kurularak, parti, elit bir örgütten ulusal kitlenin ilgisini çeken bir örgüte dönüştü. Gandi şiddet karşıtı hareketlerinin içine swadeshi ilkesini yani yabancı ürünlerin özellikle de Britanya ürünlerinin boykotunu da kattı. Buna bağlı olarak tüm Hintlilerin Britanya malı kumaşlar yerine elle dokunmuş khadi kumaşı kullanmasını savundu. Gandi yoksul zengin demeden tüm Hintli erkek ve kadınların bağımsızlık hareketini desteklemeleri için her gün khadi kumaşı dokumasını tavsiye etti. Bu, isteksizleri ve hırslıları hareketin dışında tutmak ve disiplin kurmak, ayrıca da o zamana kadar böyle etkinliklere katılmaları uygun görülmeyen kadınları harekete katabilmek için bir stratejiydi. Britanya ürünlerinin yanısıra Gandi, halkı Britanya eğitim kurumlarını ve mahkemelerini de boykot etmeye, hükümet işinden istifaya ve Britanya unvanlarını kullanmamaya çağırdı. "İş birliği yapmama" Hint toplumunun her katmanından çok geniş bir katılım sonucunda büyük başarı kazandı. Ancak hareket doruk noktasına ulaştığında Şubat 1922'de, Uttar Pradeş'in Chauri Chaura şehrinde şiddetli çatışma sonucu birdenbire sona erdi. Hareketin şiddete doğru yönelmesinden ve bunun bütün yapılanları yıkmasından korkan Gandi ulusal itaatsizlik kampanyasını sona erdirdi. Gandi 10 Mart 1922'de tutuklandı, isyana teşvikten yargılanarak altı yıl hapis cezasına çarptırıldı. 18 Mart 1922'de başlayan cezası iki yıl sonra Şubat 1924'te apandisit ameliyatı nedeniyle salındıktan sonra bitti. Gandi'nin birleştirici kişiliğinden hapiste kaldığı sürece yararlanamayan Hindistan Ulusal Kongresi bölündü ve iki hizip oluştu. Bunlardan biri, partinin seçimlere katılmasını isteyen Chitta Ranjan Das ve Motilal Nehru tarafından yönetiliyordu, diğer hizip seçimlere katılmaya karşı çıkıyordu ve Chakravarti Rajagopalachari ve Sardar Vallabhbhai Patel tarafından yönetiliyordu. Ayrıca işbirliği yapmama sırasında Hindu ve Müslümanlar arasındaki işbirliği parçalanmaya başlamıştı. Gandi bu farklılıkları 1924 sonbaharında yaptığı üç aylık oruç gibi yöntemlerle ortadan kaldırmaya çalıştı ama çok başarılı olamadı. Gandi 1920'lerde gözlerden uzakta kaldı. Swaraj Partisi ile Hindistan Ulusal Kongresi arasındaki ayrılıkları çözmeye çalıştı ve paryalık, alkolizm, cehalet ile yoksulluğun yokedilmesi için girişimlerini yaygınlaştırdı. Tekrar öne çıkması 1928 yılında olmuştur. Bir yıl önce İngiliz hükümeti aralarında bir tek Hintli bile barındırmayan, Sir John Simon başkanlığında yeni bir anayasal reform komisyonu atamıştı. Bunun sonucunda Hindistan siyasi partileri, komisyonu boykot etmiştir. Gandi, Aralık 1928'de Kalküta kongresinde İngiliz hükümetinden Hindistan'a İngiliz Milletler Topluluğu'na bağlı yönetim hakkı verilmesini ya da bu sefer amacı tam bağımsızlık olan yeni bir işbirliği yapmama kampanyasıyla yüzyüze kalacaklarını bildiren bir kararın kabul edilmesini sağladı. Gandi, hemen bağımsızlık isteyen Subhas Chandra Bose ile Jawaharlal Nehru gibi gençlerin görüşlerini yumuşatmakla kalmadı, kendi görüşlerini de değiştirerek bu çağrıyı iki yerine bir yıl bekletmeyi kabul etti. Britanyalılar bunu cevapsız bıraktı. 31 Aralık 1929'da Lahore'da Hindistan bayrağı açıldı. 26 Ocak 1930, Lahore'da toplanan Hindistan Ulusal Kongresi tarafından Hindistan'ın Bağımsızlık Günü olarak kutlandı. O gün hemen hemen tüm Hintli örgütler tarafından kutlanmıştır. Sözünde duran Gandi Mart 1930'da tuz vergisine karşı yeni bir satyagraha başlattı. Kendi tuzunu yapmak için Ahmedabad'dan Dandi'ye 12 Mart'tan 6 Nisan'a kadar 400 kilometre yürüdüğü Tuz Yürüyüşü bu pasif direnişin en önemli bölümüdür. Denize doğru yapılan bu yürüyüşte Gandi'ye binlerce Hintli eşlik etti. Britanya idaresine karşı en rahatsız edici kampanyası bu olmuştur ve Britanyalılar buna karşılık vererek üzerinde kişiyi hapse atmıştır. Lord Edward Irwin tarafından temsil edilen hükümet, Gandi ile görüşmeye karar verdi. Mart 1931'de Gandi–Irwin Paktı imzalandı. Britanya hükümeti sivil başkaldırı hareketinin durdurulmasına karşılık tüm siyasi tutukluları serbest bırakmaya razı oldu. Ayrıca Hindistan Ulusal Kongresi'nin tek temsilcisi olarak Gandi, Londra'da yapılacak olan yuvarlak masa konferansına davet edildi. İdari gücün el değiştirmesinden çok, Hint prensleri ve Hint azınlıklarına eğilen konferans Gandi ve milliyetçiler için bir hayal kırıklığı oldu. Bundan da öte Lord Irwin'in halefi Lord Willingdon, milliyetçileri bastırmak için yeni bir eyleme girişti. Gandi yeniden tutuklandı ve hükümet yandaşlarından tecrit ederek nüfuzunu yok etmeye çalıştıysa da başarılı olamadı. 1932'de, Dalit lider B. R. Ambedkar'ın önderliğinde yapılan kampanya sonucu hükümet yeni anayasa ile paryalara ayrı olarak seçim hakkı verdi. Bunu protesto eden Gandi, Eylül 1932'de yaptığı altı günlük oruç sonrasında, Dalit siyasi lider Palwankar Baloo tarafından aracılık edilen görüşmeler sonucu hükümeti daha eşitlikçi uygulamalarda bulunmaya zorlamıştır. Bu da, Gandi tarafından Harijanlar yani Tanrı'nın çocukları adı verilen paryaların yaşam koşullarını iyileştirmek için yapılacak yeni bir kampanyanın başlangıcı olmuştur. 8 Mayıs 1933'de Gandi, Harijan hareketine destek olmak için 21 günlük kişisel arınma orucuna başladı. 1934 yazında başarısız üç suikast girişimine uğradı. Kongre Partisi, seçimlere katılıp Federasyon tasarısını kabul etmeyi kararlaştırdığında Gandi parti üyeliğinden istifa etmeye karar verdi. Parti'nin hareketine karşı değildi ancak eğer istifa ederse Hintliler üzerindeki popülaritesinin komünistlerden, sosyalistlerden, sendikacılardan, öğrencilerden, dini muhafazakârlardan, işveren yanlılarına kadar geniş bir yelpaze içeren parti üyeliğini tıkamayacağını düşündü. Gandi ayrıca Raj ile geçici bir siyasi anlaşmaya varan bir partiyi yöneterek Raj propagandasına hedef olmak da istemiyordu. Kongre'nin Lucknow oturumunda ve Nehru başkanlığında Gandi 1936'da tekrar başa geçti. Gandi yalnızca bağımsızlığı elde etme konusuna odaklanılmasını ve Hindistan'ın geleceği hakkında spekülasyon yapılmamasını arzuladıysa da Kongre'nin sosyalizmi ama misafir - 6 yıl önce bu soruya olan cevabın içeriğini nasıl görebilirim.?
topluma örnek bir kişinin hayatı